İshal, dışkılama sayısında artışla beraber, dışkının şekilsiz bir hal alması olarak tariflenir. Normalde dışkı kuru ve şekilli iken, ishal durumunda içerdiği su miktarı artarak şekilsiz olur. İshal nedeniyle bağırsak hareketleri artar, normal süreden daha kısa aralıklarla dışkılama ortaya çıkar. Örneğin günde bir kez katı, şekilli dışkılaması olan bir kişi, günde 3-4 kez veya çok daha fazla dışkılıyorsa veya dışkı cıvıklaşmış, su gibiyse ya da sümüksü olmuşsa ishalden bahsedebiliriz.

İSHAL NEDENLERİ NELERDİR ?

İshale neden olan pek çok durum mevcuttur. İshal nedenlerinin başında mikrobik ishaller gelmektedir ki, yaz ishalleri de bu gruptandır. Mikroplar dışında başta antibiyotikler olmak üzere çeşitli ilaçlar, çeşitli mide-bağırsak hastalıkları, bazı hormonal hastalıklar, bağırsak veya bağırsak komşuluğunda ortaya çıkan tümöral durumlar, aşırı ve ani ısı değişimleri de ishale neden olabilir. Heyecanlanma, üzüntü, korku, stres gibi durumlar da ishale neden olabilir.

YAZ İSHALLERİNİN NEDENLERİ NELERDİR ?

Yaz ishaline neden olan mikroplar, bakteriler ile protozoon denilen gözle görülmeyen parazitlerdir.

YAZ İSHALLERİ NASIL ORTAYA ÇIKAR ?

Doğadaki sıcaklık artışıyla tüm canlıların su ihtiyaçları da buna paralel olarak artar. Dolayısıyla insanlar, yaz aylarında daha fazla su tüketir. Böylece, bu tüketimin beklenmeyen bir sonucu olan yaz ishalleri, çoğunlukla mikroplu suların içilmesi veya bu sularla yıkanmış meyva ve sebzelerin yenilmesiyle ortaya çıkar. Bazen insanlar ishal olup bu mikropları dışkıları ile çevreye yayabilir. Dışkıyla bulaşmış ellerin ağıza götürülmesi sonucu da ishal olabilir. Her zaman kullanılan suların sağlıklı olup olmadığını bilmek mümkün olmaz. Doğada, özellikle insan ve hayvan dışkılarıyla kirlenmiş sularda yaşayan, ishal nedeni olabilecek çeşitli mikroplar bulunmaktadır. Bunlar özellikle durgun sularda, kanalizasyonun karıştığı sularda, iyi ilaçlanmamış içme ve kullanma sularında, özellikle yaz aylarında uzun süre canlı kalarak çoğalır. Bu suların içilmesi veya böyle sularla bulaşık, sıcak ortamda beklemiş gıdaların, örneğin çiğ sebzelerle hazırlanmış salataların ve meyvaların tüketilmesi sonucu ishal yapan mikroplar, ağız yoluyla alınarak insanların bağırsaklarına ulaşır. Bunların bir kısmı bağırsak duvarında iltihap oluşturarak hem bağırsak hareketlerini artırır, hem de barsağa su ve iltihabi hücrelerin geçişine neden olur; bir kısmı da bağırsakta iltihap yapmadan, salgıladıkları toksin denilen zehirli maddelerin etkisiyle su ve tuz geçişini artırmak suretiyle ishale neden olur.

YAZ İSHALLERİNİN BELİRTİLERİ NELERDİR ?

En önemli belirti, dışkılama sayısının artması ve dışkı vasfının değişmesidir. Dışkı, cıvık, patates püresi görünümünde olabileceği gibi, sümüksü ve iltihaplı veya su gibi olabilir. Dışkı miktarı ve su içeriği, ince bağırsaklarda hastalık yapan parazit ve bakterilerin ishallerinde fazladır, kalın bağırsakta hastalık yapanlarınkinde ise azdır; ayrıca bunlarda dışkılama sayısı diğerlerine oranla daha fazladır. Su gibi tariflenen ishallerin çoğunluğu paraziter nedenlidir. En sık giardia denilen protozoon neden olur. Bu tip ishallerin en ciddisi ve hayatı tehtid edeni ise dışkının pirinç suyu görüntüsü olarak tariflendiği, kolera bakterisinin yaptığı ishaldir. İltihaplı dışkılamaya neden olan bakterilere ise tifo ve tifo benzeri hastalıklara neden olan salmonella bakterilerini örnek verebiliriz. Kalın bağırsakta ishale neden olan bakterilerin bir kısmı ve bazı parazitler dışkının iltihaplı, sümüksü görünmesine, aynı zamanda bağırsak duvarını da zedeleyerek damarların kanamasına neden oldukları için, kanlı olmasına da neden olurlar. Dışkının böyle kanlı ve iltihaplı olması dizanteri olarak adlandırılır. Nedenlerinden birisi şigella denilen bakteri, bir diğeri amip denilen protozoondur. İshalle birlikte bulunan diğer belirtiler karın ağrısı, karında buruntu hissi, bazen bulantı, iltihabi durumlarda bunlara ilaveten ateş olarak karşımıza çıkar. Dışkılamadan sonra tam rahatlayamama da bir diğer belirti olabilir. Örneğin kalın bağırsak ishallerinde ağrı ve rahatlayamama sıktır. Aşırı su ve tuz kaybına bağlı olarak kalp damar sistemine, böbreklere, sinir sistemine ait kalp ritm bozuklukları, böbrek yetmezliği, şuur bozuklukları gibi belirtiler de olabilir. Dilin kuruması, cildin parlaklık, nem ve yumuşaklığını kaybetmesi, gözlerin göz çukuruna çökmesi gibi belirtiler, su kaybının işaretleridir.

İSHAL OLUNCA NE YAPMALIYIZ ?

İlk tedbir olarak kaybedilen su ve tuzu geri koymak için pratik olarak hazırlayacağımız şu solusyonu içebiliriz: Bir litre kaynatılmış soğutulmuş suya 1 çorba kaşığı şeker, 1 tatlı kaşığı sofra tuzu ve 1 çay kaşığı karbonat konularak karıştırılır, içilebildiği kadar sık aralıklarla içilir. Ancak mikrobik ishallerin hemen hepsi 24 saatten fazla devam eder ve hemen hepsi ilaç tedavisi almadan düzelmez. Bu nedenle, 24 saatten fazla süren ishallerde en yakın sağlık merkezine başvurularak muayene ve tetkik olunması gerekir. Çünkü farkında olmadan dışkımız yoluyla çevreye mikrop bulaştırabilir, ayrıca ishalin tedavisiz kalarak daha ciddi sağlık problemlerine yol açmasına neden olabiliriz.

SAĞLIK KURULUŞUNDA NELER YAPILACAKTIR ?

Sağlık kuruluşunda, şüphelenilen gıdaların ve suyun olup olmadığı ve ne zaman tüketildiği, ishalin ne zaman başladığı, karın ağrısı, ateş, dışkıda iltihap ve/veya kan olup olmadığı, yakınımızda başka hasta insanların olup olmadığı sorulacak; muayenenin ardından dışkı tahlili ve kültürü, kan sayımı ve gerekirse diğer kan tetkikleri istenecektir. Tüm verilere göre hekim tedaviye karar verecektir.

NASIL TEDAVİ EDİLİR ?

Sıvı ve tuz kaybının az olduğu, ishalin hastanın komforunu çok bozmadığı durumlarda, hastaneye yatırılmadan genellikle sadece uygun bir diyetle hasta ayaktan tedavi edilir. Aşırı su ve tuz kaybı, ağır dizanteri halleri, kolera şüphesi olan durumlarda hasta mutlaka hastaneye yatırılarak öncelikle kaybedilen su ve tuzun yerine konması amacıyla serum verilir, daha sonra uygun ilaçlara başlanır. İshal diyeti nasıldır? İshali olan kimselerin düzelene kadar posasız ve yağsız gıdalar alması gerekir. Yani sebze ve meyvalar, kuru yemiş, çikolata, kızartmalar gibi gıdalar alınmamalıdır. Yağsız makarna, pirinç pilavı, haşlanmış patates-patates püresi, haşlanmış yağsız et ve tavuk, yağsız ızgara köfte yenebilir. Ayrıca bol miktarda içeçek alınmalıdır.

İYİLEŞME ŞANSI NEDİR ?

Uygun tedaviyle yaz ishallerinin tedavisi oldukça yüz güldürücüdür; hemen hepsinde iyileşme tamdır. Ancak mikroplu ortamla temas devam ediyorsa, gerekli tedbirler alınmadıysa ishalin tekrarlama şansı her zaman vardır.

YAZ İSHALLERİ NASIL ÖNLENEBİLİR ?

Bu ishallerin önlenmesinin en önemli yolu, menşei bilinmeyen suların tüketilmemesi ve kişisel temizliğe dikkat edilmesi, özellikle ellerin her yemekten önce ve sonra yıkanmasıdır. Kullanılan ve içilen suların klorlanması pekçok mikrobun yaşamasını önler. Şüpheli suların, şüpheli olmasa bile salgın olduğu bilinen yerlerdeki suların kaynatılarak kullanılması gereklidir.

Kulak çınlaması etrafta gürültü olmadığı zaman duyulan rahatsız edici sestir. Bu hem herhangi bir kulak rahatsızlığının hem de kalp damarlarına bağlı hastalıklar ve kansızlık dahil başka hastalıkların belirtisi olabilir. Bu seslerin duyulmasına neden olan mekanizma anlaşılamamıştır. Kulak çınlaması ekseriyetle işitme kaybına bağlıdır.

Belirtiler

- Kulakta zil, uğultu, ıslık gibi sesler duymak.

- işitme kaybı.

Teşhis

Kulaklarınızdaki zil sesi, vızıltı ya da benzer seslerin görünürde bir kaynağı yoksa, muhtemelen kulak çınlaması sorununuz vardır. Bu gibi sesler ara sıra ya da sürekli olabilir ve ses yüksekliği değişebilir;kalp sesleriyle de eşzamanlı olabilir.

Kulak çınlamasında,doktorunuz önce enfeksiyon, kulak tıkanması, otoskleroz, menier hastalığı, akustik travma, irsi sağırlık ya da iş şartlarının neden olduğu işitme kaybı gibi bozuklukların varlığını araştıracaktır.

Doktorunuz kulağınızdaki sesin nedenini belirlemek için bir dizi test yapabilir; kulağınızı muayene ettikten ve işitme testlerini yaptıktan sonra bilgisayarlı tomografi çekilmesini de önerebilir.

Tedavi

Kulaktan gelen sesler çok rahatsız edicidir, fakat kendi başına sağlığı tehlikeye sokmaz. Bazı vakalarda çınlama hemen tedavi edilir ve geçer. Kulak salgısı, yabancı bir madde veya orta kulak iltihabı böyle vakalardır. Neticede işitme kaybı ekseriyetle ortadan kalkar. Ancak birçok olayda belirtiye neden olan etkenin tedavi edilmesi çınlamayı kesebilir de kesmeye-bilir de, çınlamayı durdurmanın bir yolu bulunamadığında müzik sesi ile (örneğin geceleri saatli radyoyla) veya bazı vakalarda kulak çınlaması maskesiyle (işitme aleti gibi kullanılan ve kulakta duyulandan daha hoş sesler çıkaran alet) bu ses bastırılabilir. işitme özürlülerde kullanılan alet çevredeki sesleri yükselttiğinden çınlamayı azaltabilir. Eğer kulaklarınız çınlıyorsa yüksek sesten, nikotinden, kafeinden ve alkolden uzak durun. Bunlar çınlamayı artırır. Ekseriyetle, bu rahatsız edici duruma katlanmayı öğrenmek gerekecektir.

Bazı menenjit tipleri çok hızlı şekilde beyin hasarına ya da ölüme neden olabilir. Öte yandan bazı virüslerin yol açtığı menenjit hafif seyreder. Menenjit aşıları özellikle salgınlar sırasında uygulanır ve çocuklara rutin aşılama yapılmaz.
Menenjit, meninksin (beyni ve omuriliği örten zarlar) iltihaplanmasıdır. Çoğunlukla vücudun başka bir bölgesindeki enfeksiyondan tipik olarak kan dolaşımı yoluyla meninkse ulaşan mikroorganizmaların yol açtığı enfeksiyon sonucu oluşur. Doktorunuz omurilik sıvısından aldığı örneği inceleyerek menenjit tanısı koyabillr. Bebeklerde ve genç çocuklarda belirtileri saptamak zor olabilir.

MENENJİT TİPLERİ :
Viral menenjit: Çoğunlukla görece hafif seyreder ve ABD de bakteriyel menenjitten daha yaygın olarak ve daha çok kış aylarında salgınlarla görülür. Genellikle tedavi gerekmez ve çoğunlukla 2 hafta içinde iyileşir.
Bakteriyel menenjit: Yaşamı tehdit edici olabilir ve hemen tedavi edilmesi gerekir. Günümüzde, Streptococcus pneumoniae ve Neisseria meningitidis (meningococcus) tek tek vakalar ya da salgınlar şeklinde görülen bakteriyel menenjitin önde gelen nedenleridir. Haemophilus influenzae tip b, ABD de 1990 lı yıllardan önce 6 yaşından küçük çocuklarda menenjitin önde gelen nedeniydi. Ancak çocuklara rutin aşılamanın bir parçası olarak uygulanan aşılar, bu tip menenjit insidansını düşürmüştür. Yeni doğanlarda, grup B streptococcus ve E. coli gibi başka bakteriler menenjite yol açabilir

BELİRTİLER:
- Yenidoğan bir bebekte huzursuzluk ya da uyuşukluk olabilir ve beslenemez. Hafifçe içe göçük olan başın yumuşak bölümü (bıngıldak = fontanel) gergin ya da dışarı çıkık duruma gelir. Daha büyük bir çocukta şiddetli ve sürekli baş ağrısı ve/ya da ense sertliği, alışılmadık biçimde sessizlik, parlak ışığa karşı duyarlılık, bulantı ya da kusma hissi.
- Bakteriyel menenjitte belirtiler hızla, bazen birkaç saat içinde gelişir. Belirtilerin ortaya çıkmasından sonra uyuşukluk başlar ve bazen bilinç kaybı olur. Vakaların yarısında koyu kırmızı ya da morumsu lekeler görülebilir.
- Viral menenjitte belirtiler daha hafiftir ve gribe benzeyebilir.
KORUNMA:
Bakteriyel menenjitin belirli suşları için aşılar mevcuttur ve bunlar salgınları kontrol altına almaya ya da belirli bölgelere seyahat edenlere yardımcı olabilir. Enfekte kişiyle yakın temasta bulunanlar (aile üyeleri) enfeksiyondan korunmak için antibiyotik kullanabilir. Enfekte kişinin ağız salgısından uzak durulması (öksürükten ve öpüşmekten kaçınmak) ve ellerin dikkatle ve sık yıkanması da alabileceğiniz diğer önlemlerdir.

Mantar hastaligina kuçuk bir mantar neden olur. BaSlica Sekilleri, Ringworm denilen ve baS ve vucut derisinde görulen mantar hastaligi ile öAtlet ayagiö olarak bilinen mantar hastaligidir.|BAs ve vuCUT MANTARI|BaS ve vucut derisinde meydana gelen mantar hastaligidir. BulaSicidir. Kafa derisinde (çocuklarda) ve vucudun baSka yerlerinde görulebilir. Mantar hastaligi, kafa derisinde kuçuk, yuvarlak, pul pul ve kirmizi olarak da görulebilen bir leke halinde baSlar. Leke giderek buyur, buradaki saçlar zayiflar ve kirilip dökulerek kel bir yer birakir. Bu, bir veya birkaç yerde olabilir. Vucudun baSka kisimlarinda ise, bu hastalik, genellikle kisa bir sure sonra pul pul ve kirmizi bir durum alan yuvarlak veya oval bir leke olarak baSlar. Daha sonra lekenin ortasi, etrafinda yuzuk Seklinde bir yara birakarak iyileSir. Hastalik, hastalikli bir kiSinin hastalikli yerine dokunmakla bulaSabilir. Hasta birinin havlu ve saç firçasi gibi özel eSyalarini kullanmakla da geçebilir. Mantar hastaligini, çok kez ayni evde oturanlar, birbirlerinden ya da kedi köpek, kobay gibi hayvanlardan kaparlar. En xxx ergenlik çagi öncesi çocuklarda görulur. Mantar hastaligi tedavi edilmezse aylar veya yillarca devam edebilir.|Tedavi:|Doktorunuz, hastalikli yerlere surmeniz için krem verebilir. Bazen ayni zamanda tablet de almaniz gerekebilir. Belirtilerin 2-6 haftada geçmesi gerekir. Bununla beraber tedavi bazen aylarca surebilir.|onlemler:|Hastaligin yayilmasinin engellenmesinde temizlik son derece önemlidir. Hastaligi kapmiSsaniz, baSinizin derisini hirpalamadan, her gun, dayanabileceginiz kadar sicak su ile baSinizi yikayin. Evdekilerden ayri bir havlu kullanin. Tek baSiniza yatin ve baSka hiç kimsenin saç firçanizi, taraginizi ve havlunuzu kullanmasina izin vermeyin. Yatak çarSaflarinizi, yastik kiliflarinizi ve havlularinizi haftada en az iki kez sicak su ile yikayip, guneSte kurutun. Evdeki herkesin de kendi saç firçasi, tarak ve havlusu olmali ve onlar da xxx xxx baSlarini yikamalidirlar. Kedi ve köpeklerin tuylerini duzenli olarak kontrol etmek iyi olur. Eger mantar hastaligi belirtisi varsa veterinere muracaat edin. Tuyleri guve yemiS gibi, yer yer dökulmuS bir kedi yavrusunda hemen hemen kesinlikle mantar vardir ve çocuklardan uzak tutulmalidir.|Okuldan Alikoyma: Uygun tedavi baSlayana kadar çocuklar okuldan uzak tutulmalidir.|AYAK MANTAR HASTALIĞI|Ayak mantar hastaligini hafif geçirenlerde, ayak parmak aralarinda, çogu kez çatlaklarin da oluStugu beyazimsi bir deri görulur. siddetli geçirenlerde, ufak su toplamiS kabarciklar, derisi siyrilmiS kisimlar ve pul pul olmuS yerler görulebilir. Mantar hastaliginin bu Sekli, genelde genç yetiSkinlerde ve ayaklari çok terleyenlerde görulur. Ayak mantar hastaligi, hastalikli kiSiden baSkalarina, banyodaki halilardan ve islak döSemelerden veya yuzme havuzlarinin soyunma odalarindan geçer. Sicak havalarda daha yaygindir.|Tedavi:|Doktorunuz, hastalikli yerlere surmeniz için krem verebilir. Bazen ayni zamanda tablet de almaniz gerekebilir.|onlemler:|Ayak parmaklarinin aralarini özenle kurulayiniz. ozellikle yuzme mevsiminde ayaklariniza mantara karSi ilaçli-pudra dökunuz. Sandal ayakkabi giyerseniz, ayaklarinizin mantar hastaligina egilimi azalir.|Di¦ER BoLGELER|Mantar hastaligi, vucudun baSka yerlerinde de olabilir. Genellikle erkeklerde kasik çevresi, kadinlarda ise meme altlari gibi devamli temas halindeki deri yuzeylerini etkiler. Buralardaki mantar hastaligi, ciltte islakliga ve Siddetli kaSintiya neden olur. Kirmizi, kabarmiS kisimlarla akintili islak yerler görulebilir. Mantar hastaligi çok terleyen insanlarda olur. Fazla yikanma ve giysilerin cilde surtunmesi, özellikle de fazla dar iç çamaSiri durumu kötuleStirebilir. Kasiklardaki mantar hastaligi, dar blucin veya naylon iç çamaSirlari giymekle daha da kötuleSebilir.

Nasırlar cilt üzerine sürekli basınç veya tekrarlanan sürtünme sonucu oluşur. Sıklıkla, ayaktaki nasırların nedeni iyi uymayan ayakkabılardır. Ellerdeki nasırlar genellikle tekrarlanan işlerin yarattığı basınç ve sürtünmeden meydana gelir. Eğer her gün kürek veya diğer bir el aleti kullanıyorsanız zaman geçtikçe ellerinizin nasır kaplandığını farkedersiniz.

Belirtiler : Sıklıkla ayak parmakları arasında görülen kalınlaşmış deri tabakası.

Nasır yaygın olarak görülür ve nadir olarak hafif bir rahatsızlık duygusu yaratmanın ötesi-ne geçer. Bununla birlikte, şeker hastalarında enfeksiyon ve diğer komplikasyonlar gelişebilir, bu nedenle uygun bakımın yapılması gereklidir. Nasır ağrılı olmaya ya da üzeri ülserleşmeye başlarsa doktorunuza başvurun.

Tedavi

Çoğu kimselerde nasır tedavisi, nedeni ortadan kaldırmak meselesidir. Eğer nasırın nedeni uygun olmayan ayakkabı giymekse, yumuşak deriden, uygun biçimde ayakkabılar giyiniz. Birkaç haftada nasıl kaybolmalıdır. Eğer problem devam ederse doktorunuz sizi, dokuyu cerrahi olarak çıkartabilecek olan bir podiatriste gönderebilir.

Banyodan sonra nasırınız yumuşadıktan sonra, üzerindeki kalınlaşmış deriyi bir havluyla ovalayarak aşama aşama inceltebilirsiniz. Suyla birlikte sabunun alkalen özelliği deriyi yumuşatacaktır, böylece üst tabakayı soyabilirsiniz.

Banyo sırasında ya da sonrasında nasır dokusunun kalınlığını azaltmak için bir sünger taşı kullanın. Bununla birlikte, şeker hastalığı ya da dolaşım bozukluğunun olduğu durumlarda bu yöntem önerilmemektedir

Şeker hastalığının tedavisinde kan şekeri düzeyinin kontrol edilmesi oldukça önemlidir. Kendi kendinize kan glikoz düzeyini ölçme, şeker hastalığını kontrol altında tutmak için beslenmenizde, ilaçlarınızda ve egzersizinizde yeni düzenlemeler yapıp yapmamanız gerektiğini belirlemenin bir yoludur.

Glikoz düzeylerinin ölçümü insülin kullananlarda olduğu gibi ağızdan ilaç kullanan hastalarda da önemlidir. Hamile veya kan şekeri dengesiz olan (unstable) şeker hastalarının, günde birkaç kez kan glikoz düzeylerini ölçmeleri uygun olur. Genelde hem idrar hem de kan testleri yemeklerden ve yatmadan önce yapılmalıdır. Bu dönemlerde glikoz düzeyleri normale daha yakındır. Ayrıca doktorunuz son 6-8 haftada kan şekerinizi ne kadar kontrol edebildiğinizi belirlemek için özel bir test (glikolize hemoglobin testi) yaptırabilir.

Her ölçümün sonucunu dikkatle kaydedin: bu sonuçlar doktorunuzun tedavi programının etkili olup olmadığı ve ilaçlar, beslenme ve egzersiz programında değişiklik gerekip gerekmediğini belirlemesinde yardımcı olacaktır. Doktorunuz hangi tip testin (kan veya idrar) sizin için uygun olacağı konusunda önerilerde bulunacak ve testi ne zaman ve nasıl yapacağınızı ve kaç kez yapmanız gerektiğini belirlemede yardımcı olacaktır.

İdrar Testleri

Bu tür testlerin kullanımı oldukça kolay, kullanışlı ve ucuzdur. Bununla birlikte bu testlerin kullanımı insüline bağımlı olmayan şeker hastaları ve kan glikoz düzeyleri çok yüksek ya da çok düşük olmayan hastalarla sınırlıdır.

Piyasada birçok idrar testi bulunmaktadır; glikoz düzeyini belirlemek için bazılarında kimyasal işlem görmüş çubuklar kullanılırken, bazılarında da tabletler kullanılın Her ikisi de idrarla temas ettiğinde renk değiştirir. Renkteki değişikliğin derecesi idrardaki glikoz miktarını gösterir ve kandaki glikoz miktarını da dolaylı olarak yansıtır. İdrardaki aseton ve diğer ketonları ölçen testler de bulunmaktadır.

Kan Testleri

Kan testleri doğrudan ölçüm sağlar, ancak idrar testlerinden daha pahalı ve daha zor kullanılırlar, Bununla birlikte bebeklerde ve ergenlik dönemindeki şeker hastalarında insüline bağımlı şeker hastaları veya böbrek hastalarında ve hamile şeker hastalarında kan testi daha uygundur.

Kan testlerinin çeşitli tipleri vardır. Genellikle hepsinde parmak ucundan alınan bir kan damlası kimyasal işlem görmüş bir çubuğa damlatılır. Bu tür testleri yaparken doktorunuzun ve kullanma kılavuzunun önerilerine uyun.

Egzersiz öncesi ve sonrasında kan glikoz düzeyinin ölçülmesi önemli olabilir. Glikoz düzeyini egzersiz öncesi, egzersiz sırasında ve sonrasında ve ayrıca ilaç ve yiyecek alarak antrenmandan önce ve sonra kaydederek, egzersizin şeker hastalığının seyrine etkisi konusunda daha fazla bilgi sahibi olabilirsiniz.

Nedeni tam olarak bilinmeyen sedef hastalığında, vücudun bazı bölgelerindeki deride aşırı bir büyüme ve bunun sonucunda kalınlaşmış, kırmızı, yama görünümünde kaşıntılı, göze hoş görünmeyen alanlar meydana gelmektedir. Kafa derisi, dizler ve dirsekler en sık tutulan yerlerdir, ancak hastalık tüm vücutta geniş alanları kaplayan lezyonlar meydana getirebileceği gibi eklem iltihaplarına da neden olabilir. Genetik bir yatkınlık olabilir. Hastalığın şiddeti zaman içerisinde değişiklik gösterebilir, azalma ve artışlar stres ve psikolojik durumla ilişkilidir. Kullanılan tedavi yöntemleri kesin tedavide yetersizdir.

Aşağıdaki yöntemler tedaviye yardımcı olarak önerilebilir:

Güneşte daha çok zaman geçirin, mümkünse güneşi bol bir yere yerleşin. Güeş ışığı, sedef hastalığında son derece faydalıdır.

Daha az yağ ve daha az protein tüketin; karbonhidrat tüketimini arttırın.

Tedavi amacı ile devedikeni (Silybum marianum) bitkisinin ekstresini deneyin. Bu bitki ekstresi zararsızdır ve alkol kullanımına bağlı meydana gelen karaciğer hastalıklarına karşı kullanılmaktadır. Bir litre kaynar suya 50 gram meyvesinden konularak demlenir ve günde 2 kez birer çay bardağı, 3 ay boyunca içilir. Eğer hazır hapları bulunabilirse, günde 2 kez birer tablet, 3 ay süresince alınır.

Stres azaltma tekniklerini deneyin; hipnoz sonucu hastalığın gerilefiğini gösteren çalışmalar mevcuttur.

Göz küresini oynatan kasların fazla ya da az ça1ışması sonucu beliren bir göz bozuk1uğudur. şaşı1ık nedenleri, tek taraflı görme zayıf1ığı ya da tek taraflı kırma bozukluğu olabilir. Şaşı1ık genellikle yakını görememeyle ilgili bir bozukluk o1duğundan, çoğu kez yakına bakarken ortaya çıkar. Tek yanlı görme zayıf1ığı ya da kırma bozuk1uğu tek taraflı şaşı1ığın oluşumuna neden olur.

Belirtileri:

Genellikle çocukluk dönemlerinde ortaya çıkan şaşılık, içe doğru şaşılıktır. Çocuk, yakına bakmaya ça1ıştığı zaman gözler içeri doğru kayar.

Tedavi:

Şaşı1ığın tedavisi, duruş anormalliklerinin şekline ve nedenine yöneliktir. Tedavide, kırılma kusurunun gözlükle düzeltilmesi, bir gözün bantla kapatılması, şaşılık sapma açısının prizmalarla düzeltilmesi, uygun alet ve apareyler kullanılarak özel görme çalışmaları gibi yöntemler uygulanır. Bazı vakalarda durumun ameliyatla düzeltilmesi gerekmektedir.

Genel Bilgiler|Saç bitleri saçlarda çogalip yaSayan, kafa derisindeki kandan beslenen kuçuk böceklerdir. Bitlerin buyuklugu susam tanesi kadar olup, 6 bacaklari vardir ve renkleri bronzdan grimsi beyaza kadar degiSmektedir. omurleri 30 gundur ve kafa derisinden uzakta sadece 2 gun yaSayabilirler.|Sirke , saç bitinin yumurtasina verilen isimdir. Kuçuk beyazimsi toplu igne baSi buyuklugunde saç tellerine yapiSik duran beneklerdir. Sirkeler önce saç derisine çok yakin bir yere birakilirlar, daha sonra saç uzadikça saç dibinden uzaklaSirlar. Sirkeler yaklaSik 7 ila 10 gun arasinda yumurtadan çikarlar ve 7 gun içinde olgun bir bit halini alirlar.|Saç bitleri tirmanirlar, uçup ziplayamazlar ve hayvanlarin uzerinde yaSamazlar. Bacaklarinin ucundaki kanca benzeri kiskaçlari ile saça tutunurlar. Sirkeler genellikle ensedeki, kahkullerin altindaki ve kulak arkasindaki saç tellerinde bulunurlar.|Nasil Yayilirlar?|Saç biti baS temasi ya da bazen bitlenmiS birisi ile ayni Sapkanin, baSligin giyilmesi, ayni taragin veya firçanin kullanilmasi yoluyla yayilir.|Belirtileri nelerdir?|Belirti olmayabilir, ya da aSagidakiler sayilabilir: Saçta gidiklanma duygusu Bit isirmalarindan dolayi kafada kaSinti KaSinmalardan dolayi kafa derisinde yaralar oluSabilir ve kimi zaman bu yaralar iltihaplanabilir. Yastik uzerinde ince siyah tozlar (bit diSkisi)ya da soluk gri bit derisi görulebilir.|Saç bitinin ve sirkelerinin kontrol edilmesi:|Parlak iSigin altinda buyuteç ve ince diSli tarak ile saçlarin içini ve kafa derisini yakindan inceleyin. Sirkelerin fark edilmesi ve görulmesi genellikle daha kolaydir. Ense ve kulak arkasindaki saç tellerine yapiSik dururlar. Kepeklerden farkli olarak saçin firçalanmasiyla duSmezler.|Eger saç biti bulursaniz:|Evdeki diger kisilerde de olup olmadigini kontrol edin ve bit ilacini sadece kafasinda bit olanlara uygulayin. Bit ilacini bit bulaSmiS herkese ayni gunde uygulayin. Bit ilaci uygulamasini 7 gun sonra tekrarlayin. Yakin temasta bulundugunuz arkadaSlariniza ve iS arkadaSlariniza sizde bit bulundugunu haber verin. BitlenmiS kiSi bit ilacinin ilk uygulanmasindan sonra i. ine veya okuluna dönebilir.|Saç biti nasil tedavi edilir?|12 ayliktan kuçuk bebekler için ya da hamileyseniz veya emziriyorsaniz ya da hassas bir cildiniz varsa, bir doktora daniSiniz. Kimyasal ilaçlarla temizleme yerine elle toplama önerilebilir. Saç biti ilaçlari reçetesiz olarak eczanelerden satin alinabilir. Belirtilen kullanim talimatlarina uyunuz. Kullanilan urunlerin göze kaçmamasina dikkat ediniz;gözleri bir havlu ya da elbezi ile kapatiniz ve urunu uygularken eldiven kullaniniz. Kullandiktan sonra ellerinizi yikayiniz.|Faydali öneriler:|ilaç uygulamasindan önce (ya da sonra)saç kremi kullanmayiniz. Isi ilaci etkisiz hale getirebileceginden, ilaç uygulamasindan sonra saç kurutma makinesi kullanmayiniz. ilaci uyguladiktan sonra 1-2 gun saçi yikamayiniz.|ilaçtan sonra urunun etkili olup olmadigini kontrol edin. Saçi ince diSli bir tarak ile tarayip, taragi kagit mendil veya bir bez ile sildikten sonra her hangi bir hareket görup görmediginize bakin. Bitler hala canli ise, saç biti kullandiginiz ilaca dirençli olabilir. Saçi yikayip farkli bir bile. ime sahip baSka bir urun (eczaciniza sorunuz)ile yeniden ilaçlayin. Eger diger ilaç da etkisiz olursa saçin her gun kontrol edilip, bitlerin ve sirkelerin ince diSli tarak ve tirnak uçlari ile toplanmasi geriye kalan tek seçenektir. Bu iSlem çok zahmetlidir ama dikkatlice uygulanirsa, zamanla saçin butun bitlerden ayiklanmasi mumkun olacaktir. iSlem sirasinda buyuteç kullanilmasi yumurta ve bitlerin daha kolay görulmesinde yardimci olabilir.|Taraklari, firçalari, baSliklari ve yatak takimlarini kontrol ediniz. Taraklar ve firçalar 10 dakika sureyle (50 derecenin uzerinde)deterjanli sicak suya yatirilabilir. Yatak takimlari, giysiler ve havlular çamaSir makinesinin sicak yikama programinda yikanabilir ya da kurutma makinesinin sicak programinda kurutulabilir. Yikanamayan ya da kuru temizleme yapilamayan Seyler -örn. Sapkalar, en az dört gun sureyle bir plastik torbada tutulabilir. Sirkelerin toplanmasi Sart degildir. Saç bitinin toplum içinde yayilmasini azaltmanin en iyi yolu, çocugunuzun saçini haftada bir kontrol etmektir.

Sağırlık irsi bozukluklardan (anormalliklerden) kaynaklanabilir. Kalıtıma bağlı bir böbrek hastalığı olan irsi nefritle (Alport Sendromu) beraber gelişmiş olabilir. Kalıtıma bağlı daha birçok sağırlık türleri vardır. Guatrla birlikte sağırlık (Pendred Sendromu), dış kulak, yüz ve boyun sakatlıklarının doğurduğu sağırlık, cilt anormalliklerinden kaynak!anan sağırlık, zihinsel geriliğin neden olduğu sağırlık; retinitis pigmentosa (gece körlüğü) ve periferal nöropatiye bağlı sağırlık (duyma özürü) bu tür sağırlıklardır.

Sık rastlanmayan ve başka anormalliklerle (bozukluklarla) ilgisi olmayan sağırlık türleri de vardır. Bunlar yaygın sayılmaz. Eğer ailenizden birinde veya çocuğunuzda bu tür bir sağırlık belirlenirse bir uzmandan genetik konuda bilgi edinin. Sağır bir bebek veya çocuk için uygun tedavi ve eğitime gecikmeden başlanmalıdır.

Eğer bir hamile anne adayı kızamıkçık geçirirse, gelişen bebeğin etkilenme riski vardır. Eğer kızamıkçık (German measles) hamileliğin ilk üç ayı içinde olursa, çocuğun sağır olarak doğma olasılığı vardır. Ayrıca katarakt, kalp problemleri ve beyin veya sinir sistemi bozuklukları gibi başka ciddi sakatlıklar da olabilir. Hamileliğin daha sonraki aylarında geçirilen kızamıkçık işitme kaybı yapabilir, fakat diğer sakatlıklara neden olma olasılığı azdır. Erken doğum (prematüre), doğum sırasında veya hemen doğum sonrası oksijensiz kalmak, kan uyuşmazlıkları ve menenjit genç yaşlarda sağırlık yapabilir.

Sivilce, derideki yağ beslerinin aşırı aktif olmasından kaynaklanan bir durumdur ve genellikle ergenlik dönemindeki artmış hormonal durumdan kaynaklanır.

Yüz, omuz ve sırt derisinde gözlenen en sık rahatsızlıktır. Erkeklerde kızlardan daha kötü bir tablo meydana gelir. Enfeksiyon sık oalrak gözlenen bir durum olmadığından, tetrasiklin ve benzeri antibiyotikler uzun süre kullanılmamalıdır. Diyet de aknenin nedenleri arasında ön sıralarda bulunan bir etken değildir, ancak fazla yağlı ve iyotlu (iyotlu tuz ve midye gibi kabuklu deniz hayvanları) yiyeceklerden uzak durulmalıdır. Cildinizi su ve sabunla düzenli olarak temizleyin, ayrıca benzil peroksit içeren akne ilaçları da kullanabilirsiniz. Benzil peroksit en iyi temizleyici maddelerden birisidir ve bir çok krem ve losyonun içerisinde bulunur. Boya ve yağ içeren cilt bakım ürünleri kesinlikle kullanmayın.

Sivilce için aynısafa (öküzgözü, altıncık) (Calendula arvensis) isimli bitkiyi kullanabilirsiniz. Bu bitki güzel çiçekleri olan ve bahçenizde yetiştirebileceğiniz bir türdür. Parlak, portakal renkli çiçekleri bir çok losyon ve kremin yapımında kullanılır. Bu bitkinin çiçeklerinin demlenmesi ile elde edilen çayla cildinizi temizleyebilirsiniz.

Akneler genelde ergenliğin sonunda kendiliğinden kaybolurlar. Eğer, akne kaybolmamış veya şiddetlenmişse iz bırakmaması için etkili bir tedavi uygulanmalıdır. Vitamin A türevi bazı etkili ilaçlar, bu amaçla kullanılabilir. Bu tür ilaçlar son derece etkili ve toksik olduğundan mutlak bir dermatoloji uzmanının kontrolünde kullanılmalıdır.

Deniz suyunda yüzmek akneye iyi gelebilir.

Akne önlenemez. Bununla birlikte yeterince uyuyup, egzersiz yaparak şiddetlenmesi engellenebilir. Halk arasindaki yaygın inanışlara ragmen, yediginiz besinler akneyi nadiren etkilerler. Ancak çeşitli besinlerden oluşan gidalari yemek genel saglik için oldukça faydalidir.

Her akne olduğunuzda, yağli kremlerle makyaj yapmayi birakarak, toz yuz pudrasi kullanin.

Ergenlikten sonra aniden vücutta sivilce çıkması hormon bozukluğunun veya ilaç toksititesinin (özellikle steroid ilaçların) bir belirtisi olabilir. Bu durumda mutlaka bir hekime görünün.

Sivilce, dermatolojik adıyla akne vulgaris, toplumda en sık karşılaşılan cilt hastalığıdır.Özellikle ergenlik dönemindeki gençlerde % 80-90 oranında rastlanmaktadır ve hemen hemen herkes hayatı boyunca en az 3-5 kez sivilce çıkarmaktadır.

Bu sık görülen hastalık hem fiziksel olarak görüntüyü bozmakta hem de bu görüntü bozukluğu psikolojik bozuklukların artmasına neden olmaktadır. Tedavi edilmediği takdirde uzun yıllar, hatta bir ömür boyunca devam edebilen bir hastalık haline dönüşmektir.

En sık karşılaştığımız 12-18 yaş gurubundan başlayarak, uygun tedavi alışkanlıkları ve tedavileri, hastanın cilt tipine ve hastalığın şiddetine göre uygulanmalıdır .Sivilce sadece yüz bölgesinde değil aynı zamanda sırt, göğüs, boyun gibi vücudun diğer bölümlerinde de çıkabilir.

Ani başlayan ve ileri yaşlarda gelişen sivilce sorununun altında bazen hormonal bozukluk, stres, yanlış kozmetik ürünlerinin seçimi gibi nedenler yatabilmektedir. Hastaların cildindeki sivilceleri sıkması ve oynaması da iyileşme sürecini uzatmakta ve bazen de kalıcı çukurcuklar, izler oluşturabilmektedir. Temelde yapılan hatalardan bir diğeri de sivilce tedavisinin güzellik salonlarında yapılmaya çalışılması, yanlış yönlendirme ve tedavi girişimleri ile hastaların zaman kaybetmesidir. Sivilce temelde yağ bezlerinin fonksiyonlarının bozulması ve derideki birtakım bakterilerin buna katılmasıyla oluşur. Kimi formlarda siyah nokta veya butonlar şeklinde iken kimi zaman da iri, deri altına yayılmış ağrılı kabarcıklar şeklinde oluşabilir. Genellikle15-25 yaş arasında, erkek cinsiyetinde daha ağır formda yaygın ve şiddetli sivilcelere rastlarız.

Sivilcede, ne kadar erken yaşta tedaviye başlanır ise o kadar olumlu cevap alınır. Tedavi mutlak olarak dermatolog tarafından düzenlenmeli ve doğru bilgilendirmeyle yapılmalıdır. Tedavi için kaybedilen süre, sivilcenin ilerlemesine ve bazen de geriye dönüşü mümkün olmayan izlerin gelişmesine neden olabilir. Uygun bir tedavi, iyi bir temizlik sistemi ile başlar. Tahriş edici olmayan, cildi kurutmayan, Ph ı dengeli bir temizleyici uygun miktarda köpürtülerek cilde uygulanır. Fazla salgılanan yağın emilmesini, bakterilerin üremesini engelleyen krem ve jeller cilde düzgün aralıklar ile sürdürülür. İltihaplı sivilceler bulunuyor ise uygun bir antibiyotik, tedaviye eklenir. Dirençli ve yaygın sivilce formlarında ise A vitamini türevleri kullanılabilir.

Unutulmamalı ki sivilce bir hastalıktır ve tedavisi mümkündür. Erken dönemde tedavi yapılması hem tedavi süresini kısaltır, hem de komplikasyonları azaltır.

Suçiçegi Hastaligi|Suçiçegi (veya varisella), herhangi bir yaSta ortaya çikabilen ancak en xxx olarak çocuklarda görulen bir bulaSici hastaliktir. Bu hastaligin tipik özellikleri ateSle seyretmesi ve deride ortaya çikan kabartilardir. Bu kabartilarin birkaç saat içinde, içi saydam siviyla dolu kesecikler haline gelmesi ayirici özelliklerindendir.|BaSlica Nedenleri|Bu hastalik özellikle on yaSin altindaki çocuklari etkileyen salginlar Seklinde ortaya çikar. Varisella zoster virusunden kaynaklanir ve olaganustu bir bulaSiciliga sahiptir. Her ne kadar bu hastaligi geçirmekle yaSam boyu bagiSiklik kazanilirsa da, virus uyku halinde bekleyip daha sonra yetiSkinlik çaginda kendini herpes zoster yani zona olarak gösterebilir.|Suçiçeginin cocukluk cagindaki Belirtileri|Enfeksiyondan sonra 14 ila 21 gunluk bir kuluçka devresi vardir ve daha sonra çocuk ateSlenir ya da hafif bir titreme görulur veya kusma ile sirt ve bacaklarda agri gibi Sikayetlerle kendini daha hasta hissedebilir. Hemen hemen ayni zamanda, sirt ve göguste, bazen de alin çevresinde ve daha nadiren kol ve bacaklarda çok sayida kirmizi ve kaSintili kabarti oluSur. Bu kabartilar birkaç saat içinde saydam bir siviyla dolu kesecikler haline gelir. Bu keseciklerin görulmesi birkaç gun devam eder ve ikinci gunden itibaren içerikleri irine dönuSup, bir iki gun içinde patlayabilir ya da kuruyup buzuSerek tepelerinde kahverengimsi kabuklar oluSur. Bu kuçuk kabuklar bir haftaya varmadan pullanarak dökulur ve iyileSme tamamlanir.|Hasta çocuk dökuntunun görulmesinden itibaren bir hafta sureyle ya da kesecikler kuruyuncaya degin bu hastaligi geçirmemiS çocuklardan tecrit edilmelidir. Ancak kabuklarin dökulmesini beklemeye gerek yoktur.|KiS ve ilkbaharin ilk aylari suçiçeginin yaygin olarak göruldugu aylardir. YetiSkinler ve ergenlik çagindakiler, çocuklara kiyasla daha agir hastalik riski altindadirlar. Agri, ateSin suresi, kiriklik, kaSinti gibi belirtiler daha Siddetli olur, dökuntu daha geniS alana yayilir ve daha uzun surede iyileSir ve hastaligin seyri daha uzun olur. Ayrica, suçiçegi olan yetiSkinler ve gençler için Siddetli komplikasyon riski daha yuksektir.|Suçiçegi Tedavisi|Tedavi hem belirtilere yönelik hem de etkene yönelik yapilabilir. Belirtileri hafifletmek için antipretikler ya da sistemik antihistaminikler kullanilabilir. BagiSiklik sorunu olan ya da enfeksiyon ve komplikasyonlari açisindan risk altinda bulunan çocuklarin Varicella zoster enfeksiyonu tedavisinde antiviral ajanlar kullanilabilir. Uygulama dökuntulerin ortaya çikmasini takiben ilk 24 saat içinde ve 2 yaSindan buyuk çocuklarda yapilmalidir.

Hava, içinde bulunan oksijeni vermek ve karbon dioksiti almak üzere sürekli olarak akciğerlere girip çıkmak zorundadır. Bu da soluk alma ve soluk vermeyle sağlanır. Hava alınmasına soluk alma, verilmesine soluk verme denir. Normal bir insan dakikada 15-20 kez soluk alır ve verir.

Her soluk alışta akciğerlere 500 santimetre küp hava girer ve her soluk verişte aynı miktar hava çıkar. Ne kadar zorlanırsa zorlansın hava tamamen dışarı verilemez ve alveollerde bir miktar hava kalır. Bu nedenle, akciğerler hiçbir zaman havasız kalmadığından gaz alışverişi kesiksiz sürer. Normal olarak solukla alınan 500 santimetre küp havaya soluk havası denir. Daha derin bir soluk alındığında akciğerlere 1500-2000 santimetre küp daha hava girer ki, buna tamamlayıcı hava adı verilir. Normal 500 santimetre küpten daha fazla hava çıkarılması için zorlanırsa, akciğerlerden ayrıca 1500-2000 santimetre küp daha hava çıkar ve bu hava da yedek hava olarak adlandırılır. Bütün bu hava miktarlarının toplamı 3500-4500 santimetre küp tutar ki, buna akciğerlerin hayatsal kapasitesi adı verilir. Ne kadar zorlanırsa zorlansın, akciğerlerden hiç bir zaman atılamayan bir miktar hava vardır. Buna artık hava denir ve yaklaşık 1000-1500 santimetre küp kadardır.

Akciğerler kendi kendilerine hareket etme niteliğine sahip değildir. Bunların genişlemesi ve küçülmesi, yani hava alıp vermesi, birtakım aktif kasların hareketiyle olur. Solunumda rol oynayan kaslardan biri diyafram kasıdır. Akciğerlere hava girmesi için akciğerlerdeki hava basıncının dışarıdaki hava basıncından az olması gerekmektedir. Bu da ancak göğüs kafesinin ve dolayısıyla akciğerlerin hacminin genişlemesiyle sağlanır. Göğüs kafesinin genişlemesi ise, kaburgaların kaldırılması ve diyafram kasının kasılmasıyla mümkündür. Vücudu göğüs ve karın boşluğuna ayıran bir kas olan diyafram, soluk alınmadığı zamanlarda göğüs boşluğuna doğru kubbe biçiminde yükselir. Soluk alınırken diyafram kasının kasılmasıyla kubbe kısmının biraz aşağıya çekilmesi sonucu göğüs kafesi aşağıdan yukarıya doğru genişler. Göğüs kafesini genişlemesi sırasında bırakmayan akciğerler, kaburgaların, özel kaslar aracılığıyla kaldırılmaları sonucunda, göğüs kafesiyle birlikte genişlerler ve akciğerlerde bulunan havanın basıncı azalır. Böylece, basıncı yüksek kalan dış hava, solunum yollarıyla alveollere kadar girer. Diyafram ve kaburgalar eski haline dönerken akciğerlerin hacmi azalır, içindeki havanın basıncı çoğalır ve sonuçta hava dışarı çıkar.

Solunum sistemiyle kan ve dolaşım sistemi, işbirliği halinde çalışarak solunum görevini gerçekleştirirler. Solunum iki şekilde olur:

1. İç solunum: Hücreler içinde oluşan oksijen ye karbon dioksit alışverişine, yani biyolojik yanma olayına iç solunum denir. Biyolojik yanma olayı, organizmalardaki asıl solunumu oluştururlar. Hücrelerde tüm yaşamsal olayların sürmesi için gerekli enerjiyi sağlayan iç solunumdur. İç solunum da, hücreye gelen enerji yüklü bileşiklerin, özellikle karbonhidrat ve yağların biyolojik yanması ve yüklü oldukları enerjinin yaşam olayları için serbest bir hale sokulması demektir.

2. Dış solunum: Akciğerler yoluyla havadan oksijenin alınarak kana verilmesi ve kandaki karbon dioksitin yine akciğerler aracılığıyla dışarı atılması şeklinde geçen solunuma da dış solunum denir.

Solunum olayı: Alveollerin yalnız epitel dokudan yapılmış incecik duvarları vardır. Alveol duvarlarının dış yüzeyleri atar ve toplardamar kılcallarıyla bir ağ gibi sarılmıştır. Akciğer atardamarı aracılığıyla alveollerin dış yüzeylerine sürekli olarak karbon dioksit yüklü kan gelir. Buna karşın, alveollerin içine de hava borularıyla oksijen yönünden zengin hava girer ve ince duvarları aracılığıyla, içlerinde havayla kan arasında bir gaz alışverişi olur. Sayısı yaklaşık dört yüz milyon civarında olan alveollerin akciğerlerde oluşturdukları gaz alışveriş yüzeyi oldukça büyüktür. Derin bir soluk alma sırasında alveollerin yüzeyi, yani solunum yüzeyi toplamı yüz metrekareye yükselir. Bu yüzey, bir insanın vücut yüzeyinin yaklaşık elli katı demektir.

Alveollerin ince duvarlarının dış yüzeylerine gelmiş olan kandaki karbon dioksit miktarı, alveoller içindeki havaya oranla çok fazladır. Oksijen miktarı ise bunun tam tersidir. Aradaki bu gaz yoğunluğu farkı nedeniyle bir geçişme olayı olur. Kanın plazması ve alyuvarlarla getirilmiş olan karbon dioksit alveol duvarından alveollerin içine geçer. Bu sırada alveollerin içindeki oksijen de kana geçer ve kanın alyuvarlarındaki hemoglobin tarafından kimyasal olarak bağlanır. İçinde demir bulunan hemoglobin, oksihemoglobin haline dönüşür. Alveollerin yüzeyinde oksijence zenginleşen kan, toplardamar kılcalları ağıyla toplanarak akciğer toplardamarı yoluyla kalbin. Sol kulakçığına getirilir. Kalbin pompalaması sonucu, oksijence zengin olan kan, sol karıncığa, sol karıncıktan aort ve kolları aracılığıyla tüm vücut hücrelerine yayılır. Hücrelere yanaşan alyuvarlar, akciğerlerden beri taşıdıkları oksijeni hücrelere verirler ve hücrelerdeki biyolojik yanma kalıntısı olan karbon dioksiti ve diğer artık maddeleri alırlar.

Solunum hastalıkları çok çeşitlidir. Burun sümüksel. gömleği iltihaplandığı ve şiştiği zaman nezle hali olur. Burun boşluğunun alın kemiği, kalbur kemiği, üst damak kemikleri gibi çeşitli kemiklerle bağlantısı vardır. Bu kemiklerin içlerinde küçük boşluklar (sinüsler) bulunur. Bazen burun sümüksel gömleğinin iltihaplanması halinde iltihap sinüslere dolarak sinüzit hastalığını oluşturur. Bazı kimselerin burun mukozası çiçek tozlarına (polen) karşı son derece duyarlıdır. Böyle kimseler çiçeklerin tozlaşma zamanında ilkbahar nezlesi adı verilen bir tür alerjik nezleye yakalanırlar. Bazı hallerde burun sümüksel gömleğinde görülen iltihaplı hastalıklar solunum yollarıyla ilgili bölgelere taşınabilir. Buna göre, yutak iltihabı, farenjit; gırtlak iltihabı, larenjit; soluk borusu iltihabı, trakeit ve bronşitten söz edilir. Dirençsiz akciğerlerde, akciğer veremi, tüberküloz oluşabilir.

Tropikal ve subtropikal ülkelerin salgın hastalıklarından biridir (bugün Türkiye de hemen hemen tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu nedenle de karşılaşılan vakalar oldukça seyrektir. Ancak yabancı kaynaklara göre Çukurova bölgesinde halen sıtma görülmektedir). Sıtma, plazmodyum parazitinin etken olduğu bir hastalıktır. Sıtmaya neden olan dört tip plazmodyum vardır: P. vivax, P. ovale, P. malariae ve P. falciparum. Bu parazitlerin hepsinin de alyuvarlar içinde üreyen trofozoit ve şizontları bulunur. P. falciparum dışında, diğer üç parazitin ikincil, alyuvarlar dışı doku hücrelerinde geçen yaşam dönemleri vardır. Alyuvarlar dışı yaşam dönemi sonucu sıtma tekrarlayabilmektedir.


Plazmodyumlar sivrisineklerle sporozoit halinde hastadan sağlam insana geçer. Kan nakli ve hastalık yoluyla da bulaşabilirler. Plazmodiler plasentadan fetüse geçip tehlikeli olabilirler. Tropikal bölgeden dönen kişide görülebilecek ateşli bir hastalıkta, ateşle birlikte olan komada sıtmayı da düşünmek gerekmektedir.


Kuluçka devresi: 10-14 gün.


Belirtileri: Baş ağrısı, titreme, terleme ve kollarla bacaklarda ağrılar.


Hastalığın Seyri


P. malariae nin etken olduğu sıtmada, etken organizmalar, karaciğere gelişlerinden 8 gün sonra gelişmiş hücre şeklinde kan dolaşımına katılır ve evrim 72 saat sürer. Organizmalar hem karaciğerde hem de alyuvarlarda ürerler. P. vivax ve P. Ovale nin etken olduğu sıtmada, gelişmiş hücreler 8. günde karaciğerden çıkarak kana karışırlar ve her 48 saatte bir alyuvarlardan ayrılırlar. Ancak, etken organizmaların hepsi birden karaciğeri terk etmezler ve eşeysiz üreme sürüp gider. P. falcifarum un neden olduğu sıtma, "habis sıtma" adını alır ve en tehlikeli sıtmadır. Karaciğere yerleşen organizmaların tümü birden 6. günde gelişmiş hücre halinde kan dolaşımına geçerler. Organizmaların gelişimi her zaman olmadığı için aktif hücrelerin alyuvarlardan ayrıldıkları zaman ortaya çıkan ateşli dönemler düzensizdir. Organizmalar, hastalığın herhangi bir evresinde kitleler halinde beyin, omurilik, akciğerler ve böbreküstü bezlerinin kılcal damarlarını tıkayabilirler. Bu nedenle ani ölümler ortaya çıkabilir.


Ağır sıtma vakalarında en tehlikeli yan etki karasu hummasıdır. Nedeni kesinlikle belli değildir. Hastalık ani alyuvar yıkımı ile kendini belli eder.


Sıtma tedavisinde göz önüne alınacak üç husus vardır:


1- Antiparazitik ilaçlarla parazitin ortadan kaldırılması,


2- Destekleyici tedbirler ve


3- Komplikasyonların tanınması ve her bakımdan tedavisi.


Sıtmanın spesifik tedavisi vardır. Tedavide kullanılacak ilaçlar:


1- Sprozoidleri ilk üreme dönemi eksoeritrositer şizontları öldürerek pofilaktik etki yapmalı,


2- Eritrositler içindeki şizontları ve kana dökülen şizontları yok etmeli,


3- Gametleri yok etmeli ve


4- Dokulara toksik etki yapmamalıdır.


Bütün sıtma şekillerinin akut dönemlerinin tedavisinde ilk düşünülecek ilaç; klorokin (Aralen) (4-aminoquinoline) dir. Bu ilaç alyuvar dışı üreme dönemi bulunmayan


P. falciparum enfeksiyonlarını tedavi eder. Diğer sıtma şekillerinde tam bir tedavi sağlanabilmesi için plasmodilerin alyuvar-dışı doku şekillerine etkili olan primakin in de klorokin ile birlikte kullanılması gerekir. Doku şekillerine primakin den başka etkili tatminkar bir ilaç yoktur. P. vivax ve P. ovale hipnozoitlerine karşı primakin kullanılarak bunların relaps yapmaları önlenir.


Tedavinin Gözlenmesi:


Tedavi esnasında gözlemler üç gayeye yöneliktir:


1. Tedavinin etkinliğini tayin etme,


2. Mümkün olduğu kadar çabuk sıtma komplikasyonlarını tanıma ve


3. İlaç toksistesini tesbit etme.


Günlük olarak kan yayma preparatlarında aseksüel parazitleri ihtiva eden eritrositler gözükmeyinceye kadar incelenmelidir. İlk 24 saat içinde parazitemideki artma geneldir ve tedavi yetersizliğini ima etmemelidir. Aseksüel parazitemi daha sonra azalmalı ve 5 günde kaybolmalıdır. Gametositemia günlerce haftalarca sürebilir ve tedavi yetersizliğini veya tedavi gereksinimini ima etmez.


KORUNMA:


Sıtma mücadelesinde başarılı olabilmek için bulaş halkasını ortadan kaldırmak gerekir. Bunun için rezervuar insanların tedavisi ve aracı anofellerin üremesini önleyici tedbirlerin alınması gerekir.


Sıtma tedavisinde kullanılan ilaçlardan klorokin ve diğerlerine ilaç direncinin gelişmesi ve yaygınlaşması, insektisidlerin aracı anofellere etkisinin azalması korunma tedbirlerinin önem kazanmasına neden olmuştur.


Korunma tedbirleri arasında en önemlisi sivrisinek ısırımına maruz kalmamaktır. Bunun için, geceleyin sivrisinek ağlarının kullanımı, sivrisinek ısırımını azaltmaya uygun giysiler giymek, sinek kovucu ve sinek spreylerinin kullanımı gereklidir. Bu tedbirler %100 koruyucu olmamaktadır. İlaveten kemoprofilaksi yapılır.


Direnç bildirilmemiş yerlerde klorokin eritrositik enfeksiyonu baskılama için kullanılır. Sıtma sahalarına gitmeden 2 hafta önce ve bu bölgeyi terk ettikten sonra 6 hafta daha klorokin alınmalıdır Bu sahalardan dönenlere P.vivax ve P. ovale enfeksiyon riskini önlemeğe 14 gün süre ile primakin relapsları önlemeye verilir.


Kloroquin dirençli P. falciparum sahalarında koruyucu olarak meflokin, proguanil+klorokin verilir. Doksisiklin meflokin dirençli P. falciparum sahalarında korumada kullanılabilir.


Günümüzde, aşı geliştirme çabaları "kokteyl" aşılara doğru yönelmiş durumdadır. Zira farklı sıtma antijenleri ve sıtma parazitinin hayat-döngüsünün farklı devrelerine ait birçok epitopları vardır. Böylece, sporozoit, merozoit ve gametosit antijenlerinin bir kombinasyonunu aşı içermelidir. Bunlara karşı oluşan antikorlar diğerlerine karşı koruma sağlamadığından bu üç antijenin aşıda bulunması gereklidir.

Vücuda destek olan sırtı önemsememek hiç doğru değil. Sırt ağrıları milyonlarca insanın ortak sorunu. Özellikle gelişmiş ülkelerde sırt sorunları önemli bir probleme dönüştü. Bunun için sırt sağlığına özen göstermeliyiz.

Yapılan bir araştırmaya göre sırt ağrılarından yakınanların yüzde 35�i için sırt ağrıları kronik bir soruna dönüşüyor. İnsanların sırtları neden ağrır? Tıp uzmanları başlıca nedenleri şöyle sıralıyorlar: Kötü duruş, incinme, stres, hamilelik, yaşlılık ve aşırı kullanma.

Duruşa dikkat

Eğer düzgün durmayı ilke edinirseniz sırt ağrılarınızın azaldığını göreceksiniz. Bir süre sonra da hiçbir şikayetiniz kalmayacak. Otururken öne doğru eğilmemeye dikkat edin. Omuzlarınız öne doğru gelmesin. Sürekli olarak omuzlarınızı geri itin ve midenizi içinize çekin. Böylece vücudun ağırlığını eşit olarak çeşitli bölgelere dağıtmış olursunuz. Sakın bacak bacak üstüne atarak oturmayın. Bu alışkanlık kan dolaşımını zorlaştırır. Eğileceğiniz zaman sırtınızı öne eğmeyin. Dizlerinizi kırarak diz çökün. Böylece sırtınıza fazla yük binmesini önlersiniz. Alışverişten dönerken, yükü bir elinizde taşımayın. İki ayrı çanta ya da torbaya eşit miktarda malzeme koyun ve öyle taşıyın. Sırtınız ve omuzlarınız arasında denge kurulmasını sağlamakla, sırt ağrısı çekmekten kurtulursunuz.

Ağrılara neden olan hastalıklar

Schuermann hastalığı:

Boyun ve bele göre sırttaki omurlar daha az hareketlidir. Bu nedenle büyüme çağında kan dolaşım problemlerine ait omur düzeyindeki gelişim hastalıkları en çok sırtta görülür. Büyüme çağında kas, eklem uyumsuzluğu yaşayan çocukların sırtlarında ortaya çıkan kifoz adı verilen yuvarlılık, kamburlaşma sırt ağrısına neden olabiliyor. Hastalığın habercisi olabileceği gibi bu dönemde öne doğru eğilmelerden de kaynaklanabilir. Skolyoz, çocukluk ve genç erişkinlik dönemlerinde omurganın üç boyutta eğrilmesi sırt ağrısıyla kendini belli edebilir. Bu sırt ağrıları hareketle artan dinlenmeyle geçen özelliktedir.

Enflamatuar (İltihaplı) romatizmal hastalıklar:

Enflamatuar, gece ağrıları diye adlandırılan bu sırt ağrıları hastalığın en çok bilinen belirtisidir. Gecenin ikinci yarısında uykudan uyandırabilecek şiddette görülür. Ağrıların yanı sıra eklem şişmeleri, sabah sertliği şikayetleri ortaya çıkar. Romatizmal hastalıklarda erken tanıyla, hastalık nedeniyle ortaya çıkabilecek tahribat en aza indirilmeye çalışılır.

Osteoporoz adı verilen kemik erimesi hastalığı:

Özellikle geceleri sırtta şiddetli ağrılara neden olabiliyor. Yaşlı kadınlarda sırt ağrıları, osteoporoz nedeniyle ortaya çıkan osteoporotik yıkım adı verilen, omurların şekillerini kaybedip çökmesinden kaynaklanabilir.

Kanser:

Orta yaş üstünde (40 yaş üzerinde) omurgaya yayılmış kanser nedeniyle gece sırt ağrıları ortaya çıkabilir. Ağrıların bu yönde araştırılması gerekiyor. Hastalığın elenmesinde en kolay tanı yöntemi iki yönlü sırt grafisi çekmek.

Oransızlık problemleri:

Kilo ve boy endeksine göre göğüsleri büyük olan kadınlar sırt ağrısı çekebiliyorlar.

Kalp hastalıkları:

Kürek kemiğine vuran sırt ağrıları, kalp hastalıklarından şüphelenmesine neden olabiliyor. Safra yolları hastalıklarında sırt ağrısı ilk belirti olarak ortaya çıkabiliyor.

Zona:

Sinir uçlarında iltihaplanması sonucu ortaya çıkan hastalık hiçbir belirti vermeden sırt ağrısıyla kendini gösterebiliyor.

Psikosomatik neden:

Sırt ağrıları sadece yaşam koşulları ve strese bağlanmamalı. Her türlü hastalık irdelenmeli.

Ağrıları geçirmek için

Eğer sırtınız ağrıyorsa, yaptığınız iş ne olursa olsun o işi bırakın. Eğer sırtınızda sıcaklık da varsa, soğuk kompres uygulayın. Eğer sırtınız ağrırken aynı zamanda geriliyorsa, sıcak su torbasını sırtınızda gezdirin. Bu arada ağrı kesici bir ilaç da alabilirsiniz. Eğer iki üç gün içinde sırt ağrılarınız geçmezse bir doktora görünmelisiniz.

Uzun süre yatak istirahati yapmak, sırta destek veren kasları zayıflatabilir. Bu nedenle sadece yatarak ağrı geçirmeyi denemek yanlıştır. Bu arada yoga hareketlerinin sırt için son derece yararlı olduğunu belirtelim.

Sağlıklı bir sırt için

1 - Stres ve gerginlik, sırt kaslarının gerilmelerine neden olur. Bu nedenle haftada bir kez sırtınıza masaj yaptırın ya da yoga yapmayı öğrenin. Sırt kaslarının rahatlaması için bu önlemleri almak zorundasınız.

2 - Sırtın sağlıklı olabilmesi için doğru egzersizleri seçmek çok önemlidir. Yüzme ve yürüyüş sırt için ideal egzersizler olarak nitelendirilir, ama siz gene de bir doktora danışın.

3 - Oturduğunuz sandalye ya da koltuk, mutlaka çok rahat olmalı. Ve sırtınıza destek vermeli. Evde iş yerinde ve arabada bu hususa dikkat etmelisiniz. Yumuşak kanape ve koltukların arkalarına yastık koyarak destek almak gerekir.

4 - Yaşamımızın yaklaşık üçte birini uyuyarak geçirdiğimize göre yatağımıza da dikkat etmemiz gerekiyor. Yatağınız kalçalarınızın ve omuzlarınızın rahat edebileceği bir şekilde olmalı.

Sırt Kaslarınız İçin Yapabileceğiniz Basit Egzersizler

1. Boynunuzu Esnetin

Dik olarak oturun ve başınızı kendi etrafında döndürmeden omuzlarınıza doğru hafifçe eğin. Telefonla konuşurken ahizeyi bir sağ omuzunuza bir de sol omuzunuza koyarak bu egzersizi yapabilirsiniz.

2. Omuzlarınız İçin

Dik oturuş pozisyonunuzu bozmadan gece yatış pozisyonlarınızdan kaynaklanan sırt ağrılarınızı gidermek için omuzlarınızı önce öne sonra arkaya doğru düzenli rotasyon ile hareket ettirin.

3. Göğüs Kasları İçin

Dik oturur pozisyonunuzu bozmadan kollarınızı gergin olarak önde göğsünüze paralel şekilde birleştirin. Kollarınızın gergin olmasına özen gösterin ve elleriniz birbirine birleşik iken, başınızın üstüne doğru kol iç kasları ve gögüs kaslarınızın gerilmesini sağlayın.

4. Sırt Kaslarına Devam

Dik oturur pozisyonunuzu koruyarak Önce sağ/sol kolunuzu yana doğru açın. Elinizi bileğinizden yukarı doğru avucunuz dışa bakacak şekilde gerin ( Bu sizin alt kol iç kaslarınızı açacaktır). Pozisyonu bozmadan kolunuzu sırtınıza doğru gerin ve el bileğinizi kendi etrafında çevirin. Kolunuzu başınıza paralel kaldırın ve aynı hareketi tekrarlayın. Kütürdeyen kas seslerinizi duyacaksınız. Aynı işlemi diğer kolunuza da uygulayın.

5. Sıra Bacaklarda

Sırtınızı dik tutmaya çalışarak bacağınızı göğsünüze doğru çekin. Arka bacak kaslarınızın gerginliğini hissedene bu hareketi yapın. Pozisyonu bozmadan ayak bileğinizi kendi etrafında döndürün ve gergin durumdayken yavaşça sandalyenin yanına 2. şekildeki gibi bırakın. Diğer bacağınıza da aynı işlemi tekrarlayın.

6. Yan Bacak Kaslarınız İçin

Dik oturur pozisyonda önce sağ/sol bacağınızı dik olarak gövdenize paralel olarak uzatın. Bacağınızı gergin hale getirip ayak bileğinizden ayağınızı kendi etrafında çevirin.

Doğuma hazırsınız. Peki bebek için, kendiniz için ve hastane için gerekli şeylerin hepsi tam mı biliyor musunuz? İşte size kontrol etme fırsatı....

BEBEK İÇİN GEREKENLER:

- Bebeğinizin içinde uyuyabileceği bebek beşiği

- Yatak takımları

- Yumuşak bir battaniye

- Bebek arabası veya ana kucağı

- Varsa arabanız için bebek oturağı

- Bebeğin yıkanması için küvet

- Bebeğin banyosu için havlu, özel sabun ve şampuan

- Altını değiştirirken sereceğiniz kalınca örtü yada ince bir minder

- Bebek bezleri ve altını temizlemek için kremli mendiller, pudra

- Bebeği biberonla beslayecekseniz şişe, emzik gibi malzemeler

Bebeğiniz için gereken giysiler:

- 6-8 adet geniş yakalı fanila, 8 tulum, en az 2 hırka, 2 pijama, 3-4 çift yumuşak çorap, bebek başlığı yada şapka, bebek eldiveni, hava soğuk ise yünlü dış giysi

- Bebeğinize masaj yapmak için bebek yağları, temizleyici mendil, nemlendirici ve pudra

ANNE İÇİN GEREKENLER:

- Hijyenik kadın pedi (emici özelliği yüksek olmalı)

- 3-4 adet lohusa sutyeni; başlıca iki tür lohusa sutyeni vardır. Birinde açıldığında yalnızca meme başını ortaya çıkaran pencereler bulunur. Diğeri ise önden kopcalı olduğundan emzireceğiniz zaman kolayca bütünü ile açılabilir. İkinci tip daha iyidir, çünkü bunda bütünü ile açıkta kaldığından bebek memeye dokunma olanağı da bulur. Saf pamuklu ve alttan destekli sutyenler yeğlenmelidir. Göğsünüzün en şişkin yerinden alacağınız ölçü size lohusa sutyeninin ölçüsünü verir. Bolca pamuklu ve tercihan tek kullanımlık iç çamaşırı

- Acıyan meme uçları için krem

- Sutyen tamponları; sızan sütün sutyene geçmesini önler.

- Önden açılan gecelik ve pijamalar

- Alçak topuklu terlik

HASTANE İÇİN GEREKENLER

- Öncelikle hamilelik ve doğum çizelgeniz ve doktor kontrollerinizin bulunduğu dosyanız

- Bol fanila ve gecelik, pamuklu ve ter emen cinsten olmasına dikkat edin.

- Kalın çoraplar, doğumun ileri evresinde üşüyebilirsiniz.

- Küçük bir sünger parçası yada bez,dudaklarınızı ıslatmak için.

- Temiz havlular ve sabun

- Kişisel temizlik malzemeleriniz; deodorant, pudra, diş macunu ve fırçası, tarak, şampuan, kağıt peçete ve havlu, nemlendirici ruj, temizleme mendilleri

- Sabahlık ve alçak topuklu terlik

- Sırt masajınız için bir masaj topu ve masaj yağı

- Sizi dinlendirip rahatlatacak kitap, dergi, teyp ve kasetler

- Fotoğraf makinası ve kamera

- Eşiniz için yiyecek ve içecek gıdalar

- Yakınlarınızın telefon numaraları

Kendiniz ve bebeğiniz için yapabileceğiniz en önemli şey, hamile olduğunuzdan kuşkulandığınız anda doğum öncesi bakıma başvurmaktır.

Birçok kadın bir doğum uzmanından ya da doğum öncesi bakım sağlayan başka bir doktordan randevu aldığında, hamile olduğunu biliyordur. Tüm semptomlar görülmektedir ve evde yaptıkları bir gebelik testi pozitif sonuç vermiştir. Hamileliğiniz bir testle doğrulanmadıysa, doktorunuzun muayenehanesinde bir test yaptırabilirsiniz.

Doktorların çoğu, bir adet gecikir gecikmez özellikle hamile kalmaya çalışıyorsanız doğum öncesi bakıma başvurulmasını önermektedir. En fazla iki adetin gecikmesini bekleyebilirsiniz.

Doktora gittiğinizde ayrıntılı bir sağlık formu doldurursunuz ve doktorunuz, soruna yol açacak ya da hamilelik sırasında özel önlemleri gerektirecek, önceden varolan bazı durumların söz konusu olup olmadığını anlamak için aile öykünüz ve genel sağlığınız hakkında birçok soru sorar.

Ne zaman gebe kaldığınızı öğrenmek önemlidir, bu nedenle doktor bebeğin ne zaman doğacağını kesin olarak belirlemek için adet düzeniniz hakkında sorular sorar. Ancak bu yalnızca bir tahmindir. Bebeklerin çoğu tam beklendikleri gün doğmazlar. Bir bebeğin tahmin edilen tarihten 2 hafta önce ile 2 hafta sonrası arasında doğması tamamen normaldir.

Tıbbi öykünüzü öğrendikten sonra, doktorunuz fiziksel bir muayene ve bir pelvis muayenesi yapar. Tipik olarak, ilk vizitten sonra genellikle hamileliğin son haftalarına kadar pelvis muayenesi bir daha yapılmaz, o zaman da doğumun yakın olup olmadığını belirlemek için yapılır. Kan ve idrar tahlilleri ilk vizitte yapılır.

Vizit genellikle doktorun sizinle hamilelik konusunda tartışması, beslenme, kilo alma ve egzersiz konusunda öğütlerde bulunması ve vajinal kanama gibi potansiyel komplikasyonlar konusunda sizi uyarmasıyla son bulur.

İlk vizitten sonra, düzenli vizitleriniz, ağırlık ve kan basıncınızın belirlenmesiyle başlar, ayrıca tahlil için bir idrar örneği vermeniz istenir. Doktorunuz, baş ağrısı, görmede değişiklikler, karın ağrısı, mide bulantısı, kusma, bacaklarda ya da ayaklarda şişme ya da vajinal kanama gibi sorunların olup olmadığını öğrenmek ister. Doktorunuza sormak için, ay boyunca aklınıza gelen soruları not edin.

Gebeliğin 10 ila 12 haftasından sonra, vizitin heyecan verici bir parçası, bebeğinizin bir Doppler aletiyle (bir ses yükseltme aracı) teşhis edilen kalp atışını dinlemektir.

Doktorunuz bebeğin uygun bir şekilde büyüyüp büyümediğini anlamak için karnınızı muayene edecektir. Bazen, döllenmenin gerçekleştiğini düşündüğünüz zaman ile ceninin büyüklüğü arasında bir çelişki olur. Ceninin yaşı söz konusu olduğunda, doktor, ceninin düşünüldüğünden daha büyük olup olmadığını belirlemek için bir ultrason muayenesinin yapılmasını isteyebilir. Bu, doktorun bebeğin kafatasının genişliğini ölçmesi için, ceninin bir resmini kaydetmek üzere yüksek frekanslı ses dalgalarını kullanan acısız bir testtir. Ultrasonografi denilen bu testle, son adet döneminden 7 hafta sonra cenin de görülebilir.

Bedene müdahale etmeden sağlık hakkında yaşamsal bilgiler edinilmesini sağlaması açısından, ultrason testi doğum uzmanlarının pratiğinde önemli bir etki yaratmıştır. Cenin yaşını belirlemek için kullanılmasının yanı sıra, birden fazla bebek taşıyıp taşımadığınızı, bebeğin bütün kısımlarının tamam olup olmadığını, uygun bir şekilde büyüyüp büyümediğini, plasentanın konumunu ve bazı durumlarda çocuğun cinsiyetini de açık bir şekilde gösterebilir.

Bazı doktorların muayenehanelerinde küçük ultrason cihazları vardır ve anneyi bebeğin hayatta ve aktif olduğuna ikna etmek için doğum öncesi vizitler sırasında kullanırlar. Ancak genellikle bu birimler cenin hakkında çok ayrıntılı bilgi sağlayamazlar, bu nedenle ultrason incelemelerinin büyük kısmı hastanelerde ya da radyoloji merkezlerinde yapılır.


DOGUM ONCESI BAKIMIN ONEMI


Gebelik; aileye yeni bir üye katılımının beklentisi ve heyecanıyla yaşanılan çok önemli bir süreçtir. Bu süreçte verilen doğum öncesi bakımla; anne karnındaki bebek gelişiminin yakından takip edilmesi, gebelikteki risk oranlarının saptanması, gereksiz müdahalelerden kaçınılması, anne ve bebek ölümlerinin önlenmesi veya asgariye indirilmesi amaçlanmaktadır.

Gebeliğin hedeflendiği şekilde; sağlıklı bir bebek ve sağlıklı bir anneyle sonuçlanması, gebenin ve ona bakım veren sağlık ekibinin görev ve sorumluluğu kapsamındadır.

İngiltere de 1915 yılına kadar gebeler ancak doğum anında doktor veya ebe tarafından görülebiliyorlardı. Ülkemizde bunun önemi gün geçtikçe daha iyi anlaşılmakla birlikte, halen büyük bir sorun olarak önemini koruduğu dikkati çekmektedir.

Doğum öncesi bakım ebelerin ev ziyareti, gebelerin pratisyen hekimlere gitmeleri veya daha ideal şekliyle konunun uzmanlarınca gerekli lâboratuvar desteği altında kliniklerde izlenmeleri şeklinde olmalıdır.

Doğum öncesi bakım uygulamalarının prensipleri:

o Gebelik süresince beslenme ve diğer konularda gerekli eğitimin verilmesi, fiziksel ve ruhsal iyilik halinin temini ve devamını sağlamak.

o Doğumsal engel oluşumuna yol açabilecek nedenleri ortadan kaldırmak veya zamanında tanının konmasının temini ile, bebeğin canlı, sağlıklı ve gününde doğmasını sağlamak.

o Anne ve bebeğinin hayatını tehdit edebilecek veya sağlığını bozabilecek durumları tespit ve tedavi etmek.

o Anneyi sosyal, fiziksel, psikolojik ve eğitsel olarak en üst düzeye çıkarmak suretiyle doğuma, emzirmeye ve bebek bakımına hazırlamak.

o Anneye; genel vücut bakımı, beslenme, aile planlaması, gebelikte tehlike belirtileri, yeni doğanın bakımı ve ihtiyacı olabilecek diğer konularda eğitim verilmesi sağlanabilir.

Son yıllarda tıbbi ve teknolojik gelişmelere paralel olarak hamilelik bakımının zamanında ve etkin bir şekilde yapılması ile genetik hastalıkların anne karnında iken tespit edilmesi ve gereken tedbirlerin geç kalmadan önceden alınması sağlanmış, anne ve bebek ölümleri büyük bir oranda azaltılmıştır.

Gebelik ve doğuma bağlı nedenlerle dünyada her yıl 600 bin kadın başka hiçbir sağlık sorunları olmamasına rağmen yaşamını kaybetmektedir. Bu kadınların ölüm nedenleri incelendiğinde, ilk sıralarda doğum öncesi bakımla önlenebilecek kanama, iltihaplanma (enfeksiyon) ve gebelik zehirlenmelerinin olduğu görülmektedir. Bu nedenle doğum öncesi bakım; gebelik oluştuğu anda başlanmalı ve sağlıklı bir bebek dünyaya gelene kadar aksatılmadan devam edilmelidir.

Sorun olmadan ilerleyen bir gebelikte, doktor tarafından aksi söylenmediği takdirde planlı ve düzenli bir şekilde yapılması gereken doğum öncesi bakım ve kontroller; gebeliğin ilk üç ayında bir kez, 4-7 nci aylar arasında ayda bir, 8 nci ayda 15 günde bir ve 9 ncu ayda ise haftada bir kez olmak üzere yapılması gerekir. Kontrol süreleri ve bu kontrollerde yapılacak işlemler aşağıdaki çizelgede belirtilmiştir.

Doğum Öncesi Bakım Periyodu:

İlk 12 Hafta :
Şikâyetlerin ve soruların dinlenmesi,
Psikolojik ve sosyal desteğin sağlanması,
risklerin belirlenmesi,
Sağlık durumunun değerlendirilmesi,
Genel danışmanlık hizmeti ve öneriler

13-24 Hafta :
Gelişimin ve ağırlık artışının takibi,
Nabız ve Kan basıncı kontrolleri
Rahim büyümesi
Çocuk kalp sesi takibi (ÇKS)
Beslenme ile ilgili öneriler
Şeker hastalığı yönünden değerlendirme(Şeker yükleme testi)
Genetik inceleme (Üçlü Tarama Testi)
Gerekirse Amniosentez (çocuk kesesinden su alınması)

28-32 Hafta :
Rahim içindeki bebeğin gelişimi
Gebelik krizleri yönünden takip
Tetanoz aşısının yapılması
Doğuma hazırlık
Bebek bakımı ve doğum kontrolü ile ilgili eğitimin verilmesi
Kan basıncı, nabız ve solunum = Normal & Şişlik (ödem) = Yok & İdrarda albümin (protein) =Yok ise Diğer kontrollerde idrar tetkiki gerekmez

34-36 Hafta :
Bebeğin gelişiminin takibi,
Annenin kan seviyesinin değerlendirilmesi
Bebeğin pozisyonu ve rahim içi yerleşimi
Doğum yapılacak merkezin belirlenmesi
Doğum belirtileri ve doğum yardımı
Meme muayenesi ve emzirme eğitimi
Doğum sonu aile planlaması eğitimi

37-38-39-40 Hafta :
Bebeğin geliş pozisyonunun tespiti
Doğum eylemi
Vücudun genel inceleme bulguları
Genel danışmanlık hizmetinin verilmesi

Yeni doğan bebeklerin en çok ihtiyaç duyduğu besin anne sütüdür. İşte emzirirken dikkat edilmesi gerekenler...

Bebeğiniz doğduktan sonra ılk yarım saat içinde sütünüzün gelmesini beklemeden ve kesinlikle şekerli su vermeden mutlaka emzirmelisiniz.İlk 48 saat içinde sık emzirmek sütün yeterliliği açısından önem taşır.Çünkü sık emmeye bağlı olarak süt salgısında artış olacaktır.Bu nedenle sütünüz henüz gelmemiş bile olsa sık emzirmeye devam ediniz.

� Kolostrum adı verilen ilk süt protein bakımından oldukça zengindir ve içinde bebeği bulaşıcı hastalıklardan koruyacak bol miktarda antikor taşımaktadır.Kıvamı koyu ve sarımsı bir rengi olan kolostrum sonraki birkaç gün içinde normal anne sütüne dönüşecektir.

� Kolostrum sıvısı hamileliğinizin yedinci ayından sonra sağılabilir.Bu aylarda duş altında memenin ayla kısmına (meme başı etrafında bulunan koyu renkli kısım)baş ve işaret parmaklarıyla yapılacak kısa masajlar süt kanallarının açılmasına yardımcı olabilir.

� Bebeğinizi emzirmeden önce ellerinizi yıkayın.Yeni kaynatılmlş ılık suya batırdığınız pamukla meme başlarınızı silin.Bebeğinizi mümkün olduğu kadar dik bir pozisyonda kucağınıza alın.Meme başınızı bebeğin yanağına değdirerek onun içgüdüsel olarak memenize yönelmesini sağlayın.Bebeğinizin meme başını çevresindeki koyu renkli kısımla (ayla) birlikte ağzına almasını sağlayın.Böylece bebek bu kısma dudaklarıyla bastırdıkça meme başından süt gelir.Sadece meme ucunu emerse yeterli süt alamıyacaktır.

� Gaz sancılarını engellemek için hava yutmasını en aza indirmek gerekir.Bunun için emzirirken bebeğinizi mümkün olduğu kadar yere dik tutmaya çalışın.Gazını çıkarmak için başını omzunuza dayayıp yine dik bir pozisyonda sırtına hafif hafif vurmanız yeterli olacaktır.Bebeğiniz yuttuğu hava ile birlikte bir kısım sütü geri çıkartabilir.Bu nedenle omuzunuza önceden temiz bir peçete yada mendil koymalısınız.Bu işlem 15-20 dakika sürmelidir.

� Anne sütü ile beslenen sağlıklı bir bebeğe ilk üç ayda ayrıca su vermeye gerek yoktur.Ancak kemik ve diş gelişimi için beslenmeye D vitamini eklenmelidir.

� Bebeğinizi yan yatırmaya özen gösterin.Bu bebeğinizin çıkaracağı süt veya tükürük salgısının nefes borusuna kaçmasını engelleyecektir.

� Bebeğinizi her ağlayışında ve istediğinde emzirmelisiniz.Bu bebeğinizin hem beslenmesini hem de psikolojik olarak doyuma ulaşmasını sağlayacaktır.

� Süt üretiminin uyarılabilmesi için özellikle başlangıçta bebeğinizin her öğünde heriki memedende emmesi gerekir.Bir sonraki emzirme öğününde son emzirmede bıraktığınız meme ile başlayın.İlk günlerde emzirme süresi her göğüs için 3-5 dakika olabilir.Bebeğin emme gücünün artmasıyla birlikte bu süre 10-15 dakikaya uzayacaktır.15 dakika bir göğüs, 15 dakika diğer göğüs şeklinde 30 dakikalık bir emzirme yeterli beslenmeyi sağlar.

� Bebeğiniz emzirme sırasında genellikle uyuya kalır.Göğüs değiştirme sırasında hafif uyarılarla uyandırılarak diğer göğüsü de emmesi sağlanabilir.

� Göğüs temizliği ve bakımı için kaynatılmış ılık suyla ıslatılmış pamukla silmek yeterli olacaktır.Emzirmeden sonra meme başlarınızı dikkatle kurulayın ve sütyeninizin içine temiz bir bez yada göğüs pedi koyarak kuru kalmalarını sağlayın.Sızan sütle nemlenir nemlenmez bezi değiştirin.Emzirmenin sonunda göğüs ucu sıkılarak çıkan sütün meme başı veya etrafına sürülerek bırakılması göğsün yumuşak kalmasına yardımcı olur.

� Hamilelik döneminde olduğu gibi emzirme döneminde de doktorunuza danışmadan ilaç kullanmamaya özen gösterin.

Yeni doğan bebek için en ideal besin anne sütüdür. Çocuğun anne sütü ile beslenmesinin sayısız yararları vardır. Doğumdan hemen sonra emzirmeye başlayan annenin önceleri az miktarda gelen sütü, bebeğin emme uyarısı ile kısa zamanda artacaktır.

Anne Sütünün Özellikleri:

-Anne sütü tek başına ilk 4-6 ayda D vitamini dışında bebeğin tüm besin ihtiyaçlarını karşılar.

-İnek sütüne ve hazır mamalara göre sindirimi çok daha kolaydır. Çünkü anne sütü bebekte bulunmayan ve sindirime yardımcı olan enzimleri (lipaz, amilaz gibi) içerir.

-Bebeğin büyüme ve gelişmesi için gerekli minerallerin (çinko, demir) emilimini kolaylaştırır.

-Anne sütünde bebeğin büyümesinde çok önemli olan madde (linoleik asit) inek sütünden 8 kat daha fazladır.

-Protein ve mineral miktarı inek sütüne göre daha azdır. Ancak anne sütündeki bu miktar, bebeğin ihtiyacını karşılamaya yeterlidir. Ayrıca fazla protein ve mineralin idrarla atılması gerekmediği için, anne sütü ile beslenen bebeklerde, böbreğin yükü hafifler.

-Anne sütündeki antikorlar bebeği mikroplu hastalıklara karşı korur. Bu nedenle anne sütü ile beslenen bebekler ishal, öksürük, nezle ve diğer sık görülen bulaşıcı hastalıklara daha az yakalanır.

-Anne sütünün içerdiği yağ miktarı emme süresine bağlı olarak değişir. Öğünün sonunda gelen sütün yağ miktarı daha fazladır ve bebekte tokluk hissine yol açar. Bu durum bebeğin şişman olmasını önler. Böylece ileri yaşlarda ortaya çıkabilecek ateroskleroz (damar hastalıkları) ve şişmanlığın neden olabileceği diğer hastalıklardan bebeği korur.

-Anne sütündeki kolesterol miktarı hazır mama yada inek sütüne oranla daha yüksektir. Ancak bu yüksek kolesterol miktarı ilk aylarda gerekli enzim sistemlerini geliştirir. Böylece ileri yaşlarda ateroskleroza yol açan yağların birikimini önlemek açısından çok önemlidir.

-Anne sütündeki laktoz miktarı çok yüksektir. Laktoz kalsiyumun emilimini arttırır. Bağırsakta vücut için yararlı olan laktobasillerin üremesini sağlar.

-Vitamin özellikle A ve C vitaminleri inek sütüne oranla daha yüksektir.

-Anne sütü her zaman temiz ve hazır bir besindir. Hazırlama ısıtma gibi zorlukları yoktur.

-Yapay beslenen bebeklerde görülen süt allerjisi anne sütü ile beslenen bebeklerde görülmez. Çünkü inek sütünde bulunan allerjen proteinler anne sütünde yoktur.

-Pişikler anne sütü ile beslenen bebeklerde daha az görülür.

-Süt salgılama süreci uterus kontraksiyonuna yol açar. Bu nedenle doğumdan sonra anne emzirmeye ne kadar erken başlarsa uterus o kadar kısa sürede küçülür ve normal haline döner.

-Bebeğini kendi sütü ile besleme anne-çocuk ilişkisini kuvvetlendirerek bebeğin duygusal doyumunu sağlar.

-Erken (preterm) doğum yapan annelerin süt bileşimi miyadında doğum yapanlardan farklıdır. Daha fazla protein ve tuz içerir. Bu farklılık preterm bebeğin ihtiyacını karşılamaya uygundur.

Hamile olup olmadığınızı en erken anlamanın yolu gebelik testi yaptırmaktır.

4 günlük döllenmiş yumurta, insan koryon gonadotropini (hCG) denilen bir hormon salgılamaya başlar. Bu hormon vücut suyunda vücudun dokularına yayılır. Başlangıçta kanda bulunabilir, kısa bir süre sonra ise idrarda teşhis edilebilir.

Gebelik testlerinin çoğu, kan örneğinden daha kolay alınan idrar örneği ile yapılır.

hCG nin varlığını tespit etmek için birçok idrar tahlili tipi kullanılır. Çoğu, hCG ile bir hCG antikoru arasındaki bir reaksiyona dayanır. İlk reaksiyonun gerçekleşip gerçekleşmediğini belirlemek için ikinci bir reaksiyona ihtiyaç vardır. Bu genellikle bir renk değişimidir.

Bazı kadınlar evde yapılan gebelik testlerini kullanmaktadırlar. Bu test paketleri çoğu eczaneden alınabilir. Çoğu, bir test tübünde idrarla karıştırılan bir solüsyon içerir. Belirli bir süre teste göre değişmek üzere birkaç dakikadan birkaç saate kadar geçtikten sonra, hamileyseniz koyu bir halka oluşur. Bazı markalarda, bir renk değişimi gebeliği belirtir.

Gebelik testini evde yapmaya karar verdiyseniz, talimatları dikkatle izleyin. Ayrıca ister evde ister laborutuvarda yapılsın, günün ilk idrarını kullanırsanız gebelik testi daha doğru olur.

İdrar testlerinin doğruluğu:

Doğrulukları, karmaşık olabilecek talimatları ne kadar iyi izlediğinize çok bağlıdır. İlk kez kullananların ya da deneyimsiz kullanıcıların doğru bir test sonucuna ulaşmaları daha küçük bir olasılıktır ve hiçbir test kusursuz değildir. Ayrıca gebelik testleri, özellikle gebeliğin ilk günlerinde uygulandıklarında, hamile olduğunuz halde olmadığınızı gösterebilirler. Bunun nedeni, gebeliğin ilk zamanlarında hCG düzeylerinin düşük olması ve teşhis edilememesidir. Bu nedenle, herhangi bir gebelik testinin negatif sonuçları, pozitif bir sonuçtan daha az güvenilirdir.

Evde yapılan gebelik testleri tarama testleri olarak kabul edilmelidir. Test sonucu negatifse ama gebelik belirtileri gösteriyorsanız, doktorunuza başvurun. Sonuç pozitifse, onaylaması ve doğum öncesi bakım için doktorunuza gidin.

Hamileyseniz ve adetiniz 4 ila 7 gün geciktiyse, bir klinikte ya da doktorunuzun muayenesinde yapılan idrar testinin sonuçları dörtte üç oranında pozitiftir. Adetiniz 2 hafta geciktiyse, doğruluk oranı yüzde i00e yaklaşır. Evde yapılan gebelik testlerinin sonuçları, adetin gecikmesinden 10 gün sonra yapıldıklarında yüzde 95 oranında doğrudur.

İdrara dayalı gebelik testleri en sık olarak kullanılmaktadır, ama bazı durumlarda, daha kesin olduğu ve hamileliği daha erken teşhis edebildiği için bir kan testi de uygulanabilir. Dış gebelik yumurtanın fallop tüpünde ya da rahim dışında bir yerde gelişmeye başladığı gebelik durumunda, idrara dayalı gebelik testlerinin negatif sonuçlarına karşın, kadında tüm gebelik belirtileri görülebilir. Bunun nedeni, yumurta rahimde olmadığı zaman hCG düzeylerinin yüksek olmamasıdır. Ancak kan testi daha hassastır ve gebeliği teşhis edebilir. Dış gebelik potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir durum olduğu için, bu bilgi annenin hayatının kurtulmasına yardımcı olabilir.

Hiçbir zaman garantisi yoktur, ama hamile kadınların büyük çoğunluğu zamanında ya da yakın bir zamanda sağlıklı, normal bebekler doğururlar.

Ancak bazı faktörler düşük, ölü doğum, rahim içi büyüme geriliği ve erken doğum gibi hamilelik komplikasyonları riskini arttırma eğilimindedir.

Bu faktörlerin bazıları yaş gibi büyük ölçüde bizim denetimimizin dışındadır. Sigara, alkol ve uyuşturucu kullanımı gibi diğer faktörlerden kaçınmalısınız.

Yaş özel bir dikkat gerektiriyor, çünkü günümüzde birçok kadın hamileliği 30 lu, hatta 40 lı yaşlara erteliyor. Bu ne kadar güvenlidir? Yine, 35 yaşından büyük sağlıklı kadınların büyük çoğunluğu sorunsuz hamilelikler geçirmektedir. Bu kadınların çoğu hamileliğini planladığı için, genellikle motivasyonları çok yüksektir ve kendilerine özellikle iyi bakarlar.

Ancak anne ve çocuk için risk artmaktadır.

35 yaşından büyük kadınlarda şeker ve yüksek tansiyon genç kadınlara göre daha sık ortaya çıkmaktadır. Düşük ve ölü doğum oranı biraz daha yüksektir. Erken doğumu gerektiren nadir bir durum olan plasenta previa yaşlı annelerde daha yaygındır.

Doğum sancıları da ilk kez anne olan daha yaşlı kadınlarda biraz daha uzun sürmektedir.

Onlu yaşlardaki kadınlar da hamilelik komplikasyonları açısından yüksek risk altındadırlar. Genç annelerin kendilerine dikkat etmeye daha az özen gösterdikleri düşünüldüğünde, risk tamamen yaşla ilişkili olmayabilir. Bu genç kızlar yetersiz diyetler uygulamakta, doğum öncesi bakıma pek az ilgi göstermekte ya da hiç göstermemektedirler; sonuç olarak preeklampsi ve eklampsi sık sık toksemi olarak adlandırılan, potansiyel olarak öldürücü bir durum daha fazla görülmektedir. Onlu yaşlardaki hamile kadınların da düşük, rahim içi büyüme geriliği, ölü doğum ve erken doğum oranları birkaç yaş daha büyük kadınlara göre daha yüksektir.

Yetersiz diyet doğum kilosu düşük bir bebek doğurma riskinizi arttırır, bu bebeği enfeksiyona, hastalığa ve ölüme daha açık hale getirir. Yeterli kilo alamamak, bebeğinizi kötü bir şekilde etkileyebilir. Doktorların çoğu 9 ila 13 kilo arasında kilo alınmasını, ortalama olarak 11 kilo alınmasını tavsiye ediyor. Yaşamınızın büyük kısmında kötü beslendiyseniz, hamilelik sırasında uygulanan iyi beslenmeye rağmen bebeğiniz bunun etkilerini hissedebilir.

Sigara içenlerin bebekleri daha küçük olma eğilimindedir. Ayrıca, sigara içen bir kadın-da düşük ya da ölü doğum riski sigara içme-yen bir anneye göre biraz daha yüksektir.

Alkol, gelişmekte olan bebekte anormal değişikliklere yol açabilir. Fetal alkol sendromu, doktora içki alışkanlıklarının daha ılımlı olduğunu söyleyen annelerin bebeklerinde de ortaya çıktığı bilindiği halde, en fazla alkoliklerin ve aşırı içenlerin bebeklerinde görülmektedir. Bu bebeklerde yüz anormallikleri, kol, bacak ve kalp kusurları görülmektedir. Bazılarının büyümesi geri kalmakta ve ayrıca zeka geriliği de görülmektedir.

Kafein; kahve, çay, çikolata ve kolada bulunan bir uyarıcıdır. Çok kahve tüketen kadınların bebekleri ortalamadan biraz daha küçük olma eğilimindedir. Ancak bu kadınlar genellikle sigara da içtikleri için, kafeinin düşük kilodan sorumlu olup olmadığı bilinmemektedir.

Röntgenden gelen radyasyon cenine zarar verebilir. Bu nedenle mümkünse karına yönelik röntgenden kaçının.

Doktorlar artık röntgenin cenin üzerindeki potansiyel tehlikelerinin tamamen farkındadırlar. Ayrıca, donanım daha az radyasyonu gerekli hale getirecek şekilde geliştirilmiştir. Bu faktörler birleşerek, hamile bir kadının röntgen muayenesi gerektiren tıbbi bir sorunu olduğunda, röntgen muayenelerini güvenli hale getirmişlerdir.

Hamileyseniz, diş, baş ya da kol ve bacaklar için röntgen çektirmeniz güvenlidir. Modern teknikler karnınızı korur ve vücudunuzda röntgene maruz kalan tek kısım röntgenin odaklandığı bölge olur.

Doğum kusurları tüm yeni doğanların yüzde 2 ila 3 ünde ortaya çıkmaktadır. Bazı kusurlar annenin yaşıyla ilişkilidir. Örneğin, 30 yaşındaysanız, mongol bir bebeğe sahip olma şansınız 885 de l dir, ama 40 yaşın üzerindeyseniz olasılık 109 doğumda l dir.

Doğum kusurları riskinin, hamile kadın tarafından alınan bazı ilaçlarla, şeker, rahim için enfeksiyonları ve alkolizm gibi hastalıklarla arttığı bilinmektedir.

Toplumumuzda cinsellik üzerine konuşma ve tartışma günümüzde hala tabular arasındadır. Bir kısım kadın bu konuyu doktoruna açmaktan kaçınırken, bazen de doktorlar bu konuyu hastası ile açıkça konuşmaktan kaçınır. İşte gebelikte cinselliğin kuralları...

İletişim kopukluğundan çiftler gebelikte seksten uzak durmaları gerektiği mesajını çıkarırlar ya da halk arasındaki inançlara göre davranırlar.

Halk arasında birinci trimestr (gebeliğin ilk 16 haftası) de cinsel ilişkinin düşük ile sonuçlanacağı inancı yaygındır. Bilimsel olarak en fazla gebelik kaybının 1. trimestr de olduğu gebelik kayıplarının cinsel ilişki nedeni ile olmadığı, genetik bozukluklara bağlı olduğu bilinmektedir.

Gebeler cinsel istek artışına rağmen cinsel ilişkinin rahim ağzının açılmasını kolaylaştıracağı ve erken doğuma neden olacağı, damarların açılıp kanayacağı, erkek cinsel organının bebeğin başına zarar vereceği gibi asılsız, rahatsız edici düşünce ve inanışlara kapılıp cinsellikten uzak dururlar. Her ne kadar orgazm (boşalma) oksitosin (rahim kasını kasıcı madde) salgılanmasına neden olup rahim kasılmalarına yol açsa da bunlar doğumu başlatmaz, erken doğuma neden olmaz. Cinsel ilişki bebeğe (fetusa) zarar vermez erkek cinsel organının bebekle fiziksel olarak teması yoktur. Anne karnındaki bebek rahim kasları, içinde bulunduğu gebelik kesesi ve kese içindeki sıvı ile darbelere karşı koruma altındadır. Rahim ağzı kanalındaki (servikal kanal) salgıların koyulaşması ile oluşan mukus tıkaç bakterilerin ve semenin (sperm) rahim içine girmesini engelleyen bir bariyer oluşturur. Cinselliğe engel oluşturacak tıbbi problemler olmadıkça gebelik süresince hatta son güne kadar cinsel ilişki yasak değildir. Gebeler cinsel ilişkinin zararlı olabileceği koşulları kendi kendine değerlendirebilecek bilgi donanımından yoksun oldukları için bu konuda kadınlar en sağlıklı bilgileri kadın doğum uzmanlarından alabilirler.

Aşağıda belirtilen şartlar haricinde gebelere cinsel ilişki yasak değildir:

� Gebelik kesesinin erken açıldığı, suların erken geldiği durumlar

� Vajinal kanama

� Önceki gebeliklerde erken doğum tehdidi öyküsü ve şimdiki gebelikte erken doğum tehdidi

� Partnerin cinsel yolla bulaşan hastalık taşıyıcısı olması

� Plasenta previa (çocuğun eşinin önde olması ve rahim ağzı kanalını kapattığı durumlar)

� Çoğul gebelikte gebeliğin son aylarında

� Kadın doğum uzmanınızca cinselliğe yasak getirilen diğer durumlar.

Hamilelik sırasında vajinadan gelen kanama, yanlış bir şeyler olduğunun göstergesidir. Hemen doktorunuzu arayın.

Hamileliğin ilk 20 haftasında, kanama genellikle düşükle ilişkilendirilir. Düşük sırasındaki kanama hafif ya da ağır olabilir. Hiçbir uyarı olmayabilir ya da önce kahverengimsi bir akıntı fark edebilirsiniz.

Hamileliğin ilk günlerinde, yumurta rahmin içine tutunurken, bazı lekeler görebilirsiniz. Ayrıca tüm hamile kadınların yaklaşık 20 sinde, ilk günlerinde düşükle sonuçlanmayan kanamalar olmaktadır. Bu nedenle, tehlikeli olmayabilir de, ama mutlaka doktorunuza danışın.

Hamileliğin 20. haftasından sonraki kanamalara doğum öncesi kanama denir. Bu, erken gebelik kanamasından daha az yaygındır ve kadınların yüzde 2 sinden daha azında görülür. Doğum öncesi kanaması, plasenta previa , dış gebelik, düşük ya da erken doğum dahil olmak üzere birçok nedeni vardır.

Birçok durumda, kanama hafiftir. Ancak, ciddi bir kanama sizin ve bebeğinizin hayatını tehlikeye sokabilir.

Gebeliğin ilk aylarından sonra kanama başlarsa, derhal doktorunuzu görün. Hastaneye yatırılmanız ve kanamanın nedeninin belirlenmesi için ultrason gibi testlerden geçmeniz gerekebilir. Kanama ağırsa, kan nakli gerekli olabilir. En kötü durumda, doğum suni olarak başlatılır ya da bir sezeryan ameliyatı yapılır.

Hamilelik sırasında aldığınız hemen her ilaç bebeğinizi de etkiler. Aspirin gibi görünüşte zararsız bir ilaç bile, plasentadan geçerek bebeğinize ulaşır.

Bu nedenle, doktorunuz onaylamadıkça ilaç almaktan kaçının. İlacın zorunlu olduğu bir rahatsızlığınız varsa, doktorunuz bebeğinizi gereksiz yere tehlikeye atmadan sorununuza yardımcı olacak bir ilaç seçecektir.

Bazen ceninin bir ilaca maruz kalmasının etkileri yıllarca ortaya çıkmayabilir. Dietilstilbestrol (DES) alan kadınların kız çocuklarında ortaya çıkan durum budur. Bu ilaç düşük tehlikesi olduğu düşünülen ya da daha önce düşük yapmış kadınlara yaygın bir şekilde veriliyordu. 1970 lerde, gelişme çağındaki bir çok kızda ve genç kadında olağandışı vajina, rahim boynu ve rahim değişiklikleri olduğu teşhis edildi. Ortak noktaları, annelerinin hamilelik sırasında DES almış olmalarıydı.

Cenini ters bir şekilde etkilediği bilinen ilaçlara teratojenler denir. Genel olarak, ilaç almanın en tehlikeli olduğu zaman hamileliğin ilk üç ayıdır, çünkü cenin gelişimi o zaman gerçekleşir ve cenin zedelenmeye çok açıktır. Ancak, aspirin gibi bazı ilaçlar hamileliğin daha sonraki dönemlerinde daha tehlikelidir.

Tıbbi bir rahatsızlığı tedavi etmek için mutlaka gerekli olmadıkça, hamilelik sırasında çoğu ilaçtan kaçınmak gerekir, ama bazı durumlarda ilaçlar cenine zarar vermekten çok yararlı olabilir.

Ceninin kalp atım hızındaki bazı anormallikler, annede kalp anormalliği olmasa bile, anne aracılığıyla kalp ilaçları uygulanarak tedavi edilebilir. Aynı şekilde, doktorunuz, tıbbi bir sorun nedeniyle doğumun gebeliğin 32. haftasından önce suni olarak başlatılması gerektiğine karar verirse, bebeğin doğumdan sonra nefes

alabilmesini sağlamak için bebeğe doğumdan önce kortikosteroid ilaçlar verilebilir.

Bazen hamilelikte ilaçlardan kaçınmak mümkün olmayabilir. Bazı kadınlarda ilaç gerektiren şeker ya da hipertansiyon gibi kronik hastalıklar vardır. Birçok hamile kadında antibiyotiklerin kullanımını gerektiren idrar enfeksiyonları ortaya çıkar. Ve doktorlar sık sık virütik bir hastalık nedeniyle yüksek ateşi olan hamile hastalarına asetaminofen almalarını önerir, çünkü uzun süren yüksek ateş cenin için potansiyel olarak tehlikelidir. Aşağıda doğum kusurlarına yol açtığı bilinen ya da yol açtığından kuşkulanılan bazı ilaçlar belirtilmiştir.

lsotretinoin (Accutane) akne için kullanılan bir ilaçtır. Kalp hastalığına ve ciddi yüz ve kulak anormalliklerine yol açabilir.

Antibiyotik streptomisin hamile bir kadın tarafından uzun süre kullanıldığında sağırlığa yol açabilir; tetrasiklin kemik büyümesinin geri kalmasına neden olabilir ve diş rengini değiştirebilir.

Dicumarol kalp rahatsızlığı ya da aşırı kan pıhtılaşması olan bazı hastalar tarafından kullanılan bir antikoagülandır [kanın pıhtılaşmasını önleyen ya da geciktiren madde]. Anormal yüz uzuvları ve zeka geriliği bu ilacın kullanımıyla ilişkilendirilmektedir.

Nöbetli hastalıklar (epilepsi) için kullanılan, konvülsiyonları önleyici bir ilaç olan dilantin tümörlere, büyüme geriligine ve başka anormalliklere yol açabilir.

Su tutulması sorun olduğunda kullanılan diüretikler, aşırı kullanıldıklarında ceninin beslenmesini etkileyebilirler.

Metiltestosteron dişi ceninde erkek özelliklerinin gelişmesine neden olabilir.

Sakinleştiriciler doğumdan sonra aylarca devam eden titremeler yaratabilirler.

Valium depresyona yol açabilir.

Bu eksiksiz bir liste değildir. Herhangi bir ilacı almadan önce mutlaka doğum uzmanınıza danışın.

Açma ve kürtaj yapma küçük bir operasyondur. Doktor önce rahim ağzını açar sonra rahimin iç duvarlarını kazımak için içeriye kaşık biçiminde bir alet sokar.

Rahim ağzı normalde çok dar ve sıkıdır. Doktor kürtaj sırasında bunu açabilmek için ya gittikçe kalınlaşan çubuklar sokar veya başka aletlerle açar.

Geleneksel kürtajda rahimin iç zarı kaşık biçiminde bir aletle kazınır. Ancak, günümüzde doktorlar endometrial dokuyu çıkarabilmek için vakum aspirasyonu (düşük basınçlı emme) kullanıyorlar.

Kürtaj, çoğunlukla bir sorun teşhis etmek için kullanılır. Çok sık veya şiddetli adet kanamalarınız varsa, doktor rahimden kazınan dokuları mikroskopla inceleyerek sebebin ne olduğuna karar verebilir.

Bazen kürtajın kendisi geçici olarak veya tümüyle sorunu çözebilir. Buna ilaveten kürtaj rahim fibroidleri, endometrial polipler, rahim kanseri ve rahim ağzı kanseri-nin de teşhisi için de yararlıdır.

Kürtaj bazı sorunların teşhisinden çok tedavisinde kullanılır. Rahim ağzından dışarı çıkan endometrial polipler kürtaj sırasından alınabilir ve oldukça sık olarak fibroidleri de kazıyıp çıkarmak mümkün olabilir, aslında bu genellikle büyük bir ameliyatı gerektirir. Kürtaj bazen endometrial hiperplazi denilen bir duruma çare olarak da uygulanır. Bu durum rahim iç duvarının çok fazla kalınlaşmasıdır.

Eğer düşük yapmışsanız veya hatalı bir kürtaj geçirmişseniz, rahim içinde kalan parçaların, enfeksiyona engel olmak için, kazınması veya vakumla çekilmesi gerekir. Eskiden kürtajlar hep aynı sistemle yapılırken gitgide yerini vakum aspirasyonuna bırakmaktadır.

Kürtaj, bir doktor muayenehanesinde lokal anesteziyle yapılabilir. Buna rağmen doktorlar bunu bazen hastanede bayıltarak yapmayı tercih ederler. Böylece alt karın kasları tümüyle gevşer ve daha ayrıntılı bir inceleme mümkün olur.

Eğer hastanede kürtaj olduysanız aynı gün veya ertesi gün evinize gidebilirsiniz. Kürtajı takip eden birkaç gün vajinal kanamanız olur, bazı kramplar ve sırt ağrıları hissedebilirsiniz ama genellikle hemen normal hayatınıza dönebilirsiniz. Ama rahim ağzı ve endometrium tamamen iyileşip normal halini alana kadar, birkaç hafta cinsel ilişkide bulunmamanız ve tampon kullanmamanız gerekir.

Kürtaj basit bir süreç olmasına rağmen, hiçbir ameliyat tümüyle tehlikesiz değildir.

Çok ender de olsa, kanama veya enfeksiyon olabilir, operasyon sırasında rahim veya çevresindeki organlar delinebilir veya anestezi sırasında bazı komplikasyonlar ortaya çıkabilir.

Sezeryan, yüzyıllardan beri ölen annenin karnındaki çocuğu kurtarmak için uygulanan bir yöntem olmasına karşın, ancak 19. yüzyılda anestezi ve aseptik cerrahi ortaya çıktıktan sonra zor doğumlarda anne ve bebeğin hayatını kurtarmak için güvenle uygulanabilen bir yöntem olmuştur. Gerçekte sezeryan en son çare olarak başvurulacak bir yöntem olmasına rağmen günümüzde bebeklerin % 20si sezeryanla doğmaktadır.

Birçok eleştiri olsa da sezeryan yapıldığı için bugün hayatta olan birçok kadın ve bebeğin olduğu da bir gerçektir.

Sezeryan karnın ve rahimin kesilerek açıldığı cerrahi bir girişimdir. Daha sonra bebek buradan dışarı çıkarılır.

Sezeryan yapılmasını gerektiren birçok koşul bulunmaktadır. Bazı erken doğan bebeklerin bu yolla daha çok yaşama şansı vardır. Makat ya da diğer anormal pozisyonlarla gelen bebekler daha çok sezeryanla doğurtulmaktadır. Eğer bebek çok büyük veya annenin doğum kanalı çok darsa sezeryan tek güvenilir doğum yoludur. Rahim ve vajinanın bazı şekil bozuklukları doğum kanalını tıkadığı için bu ameliyatı gerektirir. Eğer annede preeklampsi, şeker hastalığı, genital herpes ya da yüksek tansiyon varsa sezeryan yapılabilir. Plasenta previa gibi plasenta anomalileri de sezeryan gerektirir. Anne karnındaki bebekler ikiz ya da daha çok ise doktorunuz sezeryan önerebilir. Rahim kasılmalarının yetersiz olması nedeniyle doğum uzadığında birçok doktor anne ve bebeğin sağlığı için sezeryanın daha iyi olduğuna inanır.

Bazıları, bu ameliyatın çok sık yapıldığına ve doktorların en küçük bir zor doğum olasılığıyla karşılaştıklarında sezeryan yaptıklarına inanırlar. Bu tür uygulamalar yapılmaktadır, ancak çoğu sezeryan için geçerli değildir.

Gelişmiş cenini monitörle izleme teknikleri bize ceninin sağlığı ve doğum sürecine dayanıp dayanamayacağı konusunda önemli bilgiler sağlamaktadır. Ceninin tehlikede olduğunu düşündüren bir durum ortaya çıkarsa birçok doktor hemen sezer-yan yapmaktadır. Aynı zamanda, ameliyat tekniğinde, anestezide ve antibiyotiklerdeki gelişmeler de ameliyatın anne için daha güvenli bir hale gelmesini sağlamıştır.

Giderek daha çok kadın çocuk doğurmayı hayatının daha geç dönemlerine ertelemektedir. Bu kadınlar ve bebekleri gençlere göre daha büyük bir tıbbi komplikasyon tehlikesi altındadır. Bu nedenle, bu grupta sezeryan daha yaygındır.

Prosedür

Eğer size sezeryan yapılması gerekiyorsa uyutmak için bir anestezik ilaç verilecektir. Genel anestezi ile uyutulmanızın gerektiği acil bir ameliyat olmadıkça ağrı hissetmeden uyanık kalmanızı sağlayan epidural ya da spinal anestezi denen bir yöntem uygulanacaktır. Bazı hastaneler acil bir sezeryan olmadıkça eşinizin de ameliyethaneye girmesine izin vermektedir.

Sezeryan ameliyatı bir saatten kısa sürmektedir. Karın iki şekilde açılabilir. Biri karnın alt bölgesinin enlemesine, diğeri uzunlamasına kesilmesiyle yapılır.

Rahime ulaşıldığında da yaygın olarak kullanılan iki kesiden biri yapılabilir. En yaygın olarak kullanılan yöntem rahmin alt kısmının enlemesine kesilmesidir. Bu daha iyidir ve uterus yırtığı oluşma olasılığı azalır. Diğer durumda ise doktorunuz rahmi uzunlamasına bir kesiyle açacaktır. Bu, rahimde daha büyük bir giriş sağlayacaktır ve bebeğin büyük olduğu durumlarda veya çok büyük bir kafası olduğu biliniyorsa yapılacaktır.

Rahim açıldıktan sonra, doktor bebeği dışarı çıkarmak için forseps kullanabilir. Plasenta da çıkarılır ve daha sonra karın kapatılır.

Komplikasyonlar

Sezeryan eskiden olduğundan daha güvenli olsa da ve kadınların çoğu iyileşse de bazı komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Sezeryan büyük bir ameliyattır ve diğerlerinde olduğu gibi yara yerinde enfeksiyon oluşma riskinin yanı sıra mesane ve böbrek enfeksiyonu oluşma tehlikesi de vardır. Kanama nadirdir ancak şiddetli olabilir.

Sezeryan yapılan kadınlarda ölüm oranı vajinal yolla doğum yapanlardan 2 ila 4 kat daha yüksektir. Bununla birlikte, ölen kadınların çoğu daha önceden hastalığı olan kadınlardır.

İyileşme

Sezeryan duygusal sorunlar yaratabilir çünkü yeni bebeğinize bağlanmanızı engelleyebilir. Başlangıçta kendinizi sersemlemiş ve ağrılı hissedeceğinizden bebeğinizle daha az zaman geçirmek isteyebilirsiniz. Ameliyatın yapıldığı gün hareket etmeniz çok zor olacaktır. İştahınız varsa yemek düzeninizi bozmayın. Kendinizi iyi hissettiğinizde bebeğinizi kucağınıza alabilir ve emzirmeye başlayabilirsiniz.

Sezeryandan sonra ortalama 5-6 gün hastanede yatabilirsiniz.

Gelecekteki gebelikler

Sezeryan yapılan kadınlar doğal olarak bir sonraki gebelikleri konusunda endişelenirler. Bir kez sezer-yan yapıldığında daha sonraki doğumlarınızda da sezeryan yapılması gerekir. Bunun nedeni, her l00 doğumun 2 sinde görülen normal doğum sırasında rahmin eski yara yerinden yırtılma riskidir.

Bununla birlikte, günümüzde sezeryan olan kadınların %60ı daha sonra normal yolla doğum yapabilmektedir. Bu durum ilk ameliyatın yapılma nedenine ve bu koşulların halen var olup olmadığına bağlıdır. Örneğin, sezeryan bebeğiniz tehlike içine girdiği için yapılmışsa bir sonraki bebek normal yolla doğuma dayanabilir. Ancak doğum kanalınız çok darsa gelecekteki doğumlarınız da sezeryanla olacaktır.

Normal yolla doğumu deneyip deneyemeyeceğinizi belirleyen diğer faktörler rahime yapılan kesinin cinsi ve ilk sezeryanda yara yerinde enfeksiyon gelişip gelişmediğidir. Rahiminizdeki eski kesi yeri enlemesineyse normal doğum için bir aday olabilirsiniz

İsviçreli bilim adamları, bebeğin ana rahmindeki gelişmesini görmek için sıkça başvurulan � ultrason cihazı�nın beyni etkilediğini açıkladı...

Ana rahmindeki bebeğin gelişme ve sağlık durumu ile cinsiyetinin teşhis edilmesinde hekimlerin baş yardımcısı olan ultrason cihazının, bebeğin beynini etkilediği ortaya çıktı.

Şimdilik keşfedilen en önemli bulgu, ultrason dalgalarına maruz kalan çocuklarda solaklığın yaygın olduğu. Ancak bu bile, bilim çevrelerinde ultrasonun bilinmeyen başka etkilerinin de olabileceği kuşkusunu yaratmaya yetti.

Solak yapıyor

İngiltere�de yayınlanan The Sunday Telegraph gazetesine göre, İsveçli bilim adamları hamilelik boyunca ultrasonla izlendikten sonra 1970�lerde doğan 7 bin kişi ile aynı yıllarda doğan ve ultrason dalgaları tatbik edilmemiş 170 bin kişiyi karşılaştırdılar. Bilim adamları annesi ultrasona girmiş kişilerde solak sayısının dikkat çekici biçimde yüksek olduğunu saptadılar.

Son aylar zararlı

Özellikle 1975�ten sonra doğan, anne karnında ultrasona maruz kalmış çocuklarda solaklık oranının yüzde 32�lere kadar yükseldiğini belirten uzmanlar, bunun nedeni, tıbbın ultrasonu hamileliğin son aylarında da kullanmaya başlamasına bağladılar.

Ultrasonu reddedin!

Araştırmalarının sonuçlarını Epidemiology adlı bilimsel dergide de yayımlayan bilim adamları, hamileliğin son aylarında hamile kadının ultrasona girmesinin birçok ülkede rutin hale geldiğine belirterek, kadınların ultrasona girmeyi reddetmemesini de istedi.

Tedavide LDL-kolesterol düzeyi esas alınır.

Hastada kalp ve damar hastalığı yoksa, LDL-kolesterol düzeyinin 130 mg/dl�nin altına düşürülmesi hedeflenmelidir.

Kişide kalp ve damar hastalığı varsa (kalp krizi, koroner arter daralmasına bağlı göğüs ağrısı, koroner damar ameliyatı hikayesi, balon anjiografi, beyine, böbreğe, bacaklara giden damarlarda kolesterol birikimi gibi), LDL-kolesterol düzeyi, 100 mg/dl�nin altına düşürülmelidir.

İlaç tedavisinden önce denenmesi gereken yöntemler:

Öncelikle beslenme alışkanlığınızı değiştirin.
* Kızartmalardan kaçınınız.
* Kırmızı et yerine beyaz et tüketin. Tavuğun derisini çıkartın ve etin üzerindeki yağları ayırın.
* Kaymak ve yağlı süt yerine yağsız ya da yarı yağlı süt tercih edin.
* Sıvı bitkisel yağlar (zeytinyağı, çiçek yağı, mısır yağı, soya yağı gibi) doymamış yağ oranı yüksek yağlardır. Bunları tercih edin. Katı yağlardan uzak durun.
* Alışveriş yaparken hazır gıdaların etiketlerini okuyarak, yağ miktarlarına göre alın.
* Doymuş yağ oranı yüksek olan yiyecekler yerine nişastalı ve lifli besinler tercih edin.
* Sakatatlardan (karaciğer, böbrek ve beyin gibi) uzak durun.
* Daha az yumurta ve yumurta kullanılarak hazırlanmış yiyecek tüketin.
* Daha fazla meyve ve sebze tüketin.

Sigara bırakılmalıdır.

Eğer tansiyon yüksekliği de varsa buna yönelik beslenme değişiklikleri de yapılmalıdır (tuzun azaltılması gibi).

Şeker hastalığı varsa mutlaka kontrol altına alınmalıdır. Gerekirse insülin kullanılmalıdır.

Kilonuz fazla ise mutlaka kilo vermelisiniz.

Düzenli egzersiz HDL-kolesterolü yükseltir, LDL-kolesterolü düşürür. Haftada, 3 - 5 kez, 30-45 dakika yürüyüş, koşu, yüzme, bisiklete binme gibi sporlar yapılmalıdır.|

Kanda yüksek miktarda bulunan kolesterol, yıllar içinde damarların duvarında birikir. Bu birikim sonucu damarlarda daralma, tıkanma ortaya çıkar (ATEROSKLEROZ). Kolesterol hangi damarda birikmişse o damarla ilişkili sorunlar ve hastalıklar ortaya çıkar. Yani kolesterol yüksekliği sağlık durumunda ani değişikliklere neden olmaz (en azından ilk zamanlarda).

Kalbi besleyen damarlarda (koroner arter) kolesterol birikimi, bu damarlarda tıkanma ve daralma sonucu, göğüs ağrısı, kalp krizi ve kalp yetmezliği gibi durumlara neden olabilir.

Beyini besleyen boyun damarlarında kolesterol birikimi sonucu, felçler, konuşma bozuklukları, denge ve bilinç kaybı ortaya çıkabilir.

Böbrek damarlarında kolesterol birikimi, yüksek tansiyon ve böbrek yetmezliğine yol açabilir. Ana atardamarda (aort) kolesterol birikimi de tehlikelidir. Buradan kopan kolesterol parçaları (aterosklerotik plaklar), daha küçük damarları tıkayarak sorunlara yol açabilirler (Bağırsağı besleyen damarları tıkayarak bağırsak nekrozu, göz damarlarını tıkayarak körlüğe, bacak damarlarını tıkayarak kangrene neden olabilirler).

Kolesterol ve kalp hastalıkları

Kan kolesterol düzeyinin yüksek olması kalp hastalıkları açısından önemli bir risk faktörüdür ancak tek faktör değildir. Ancak düzeltilebilir bir durum olmasından dolayı önemlidir. Kalp hastalıkları ile ilgili başlıca risk faktörleri şunlardır:

Hipertansiyon

Lipid (yağ) metabolizması bozukluğu, Kolesterol yüksekliği

Sigara

Diyabetes mellitus (şeker hastalığı)

Şişmanlık

Fiziksel aktivite azlığı

Yüksek hematokrit

Artmış trombojenik faktörler

İleri yaş

Erkek olmak

Ailede kalp hastası olması

Tip A kişilik (mükemmeliyetçi, saplantılı, hırslı, gergin)

Östrojen eksikliği

Fibrinojen yüksekliği

Ürik asit yüksekliği

Beyin, kalp, böbrek veya damar hastalığı